Planladığımdan fazla dinlenince... PERHENTIAN – MALEZYA
10
Haziran 2011 Kaplumbağa
Koyu denmesinin nedeni elbette devasa Green and Hawksbill kaplumbağalarının
geceleri buraya gelip yumurtalarını bırakmalarıymış. O kadar güzel, sakin ve
ıssızdı ki kaplumbağaları anlamamak mümkün değildi. Ben de olsam ben de
yumurtalarımı buraya bırakırdım kesin. Her ne kadar adanın korunması için büyük
çaba gösteriliyor olsa her sene daha da az yumurta bırakıyorlarmış; çevre
kirliliği ve özellikle de petrol sızıntısı, Malezya’nın en büyük petrol
üreticilerinden olan Petronas’ın lokasyonu pek de uzak değilmiş nitekim. Bunu
duyduğumda Kuala Lumpur’a yaptıkları ve şehrin simgesi haline gelen ikiz
kuleleri alıp ... dedim. Gittiğimde
koyda tek başınaydım. Koskoca koyda beyaz kumların üzerinde palmiyelerin
altında bir ben, denizde yüzen bebek köpekbalıkları, uzaklarda gece olmasını
beklediklerine inandığım kaplumbağalar vardı. Tabi ki önce kumlarda
yuvarlandım, iyice kumlara bulandıktan sonra kendimi denize atıp bebek
köpekbalıklarının gittikleri yönde bacaklarımla yollarını kesip onlarla oyun
oynadım. Evet, çocuklar gibi şendim. Genelde
dalma, şnorkelle gezinme, muza binme, hatta uzun süre denizde yüzme gibi
aktivite adamı olmadığım halde kaldığım günler boyunca denizden çıkmadım.
Hayatımda bu kadar uzun süre denizde kaldığımı hatırlamıyorum açıkçası. Ama bir
türlü çıkamadım. O kadar güzeldi ki, hele denizden kaldığım yeri ve arkasındaki
cangılı seyretmek...
Turtle Beach
Tabi böyle
düşünen bir tek ben değildim. Hatta yerel turistler de bu şekilde
düşünüyordular ki kısa tatillerinde bile buraya gelmişlerdi akın akın. Başları
kapalı ablaları, sakallı ve takkeli abileri görünce önce çekindim bikini ile
etrafta dolaşmaya. O yüzden de Malaylara sordum bir problem olur mu diye.
Turist olduğumdan kimse yadırgamayacağını söyleyince pek mutlu oldum. Bir de
Türk olduğumu bilseler, evlenmeyeceğim dediğimde aldıkları surat ifadesinden de
garip bir ifade olurdu herhalde. Ama yine de
hoşuma gitti bu hoşgörüleri. Ne yadırgayıcı bir söz, ne küçümseme ile bir
bakış, hiçbir şey... Kadınlar, her zamanki güleryüzlülükle selam vermeye devam
ettiler. Adamlardan da hiçbir şekilde rahatsız edebilecek bir bakış görmedim.
İç rahatlığı ile denizimden de güneşimden de yararlandım.
Adam & Eve Beach
Tabi burada
karşılaştığım gezginler de farklıydılar, gerçekten de turist kafasında olmadan
geziyorlardı. O yüzden çok rahat ettim. Bir tek esasen Fransız olup ama
yıllardır Almanya’da yaşayan Roland tatildeydi. O da zaten artık 60 yaşını
devirdiğinden sırt çantasıyla dünyayı gezme kafasından bir hayli uzaktı. Ama
dünya tatlısıydı. Kız arkadaşının annesi ve babası Türkiye’de doğum
büyümüşlerdi. Mübadele yıllarında İzmir yabancılardan arındırılınca onlar da
Almanya’ya dönmüşlerdi. Ama hala evlerinde Türkçe konuşuluyormuş ve gerçekten
de Türkiye aşıklarıymış. Dolayısıyla Roland da seneler boyunca birçok kez
ziyaret ettiğinden çok iyi biliyordu ülkeyi. Gelmediği zamanlarda da Münih’teki
Türk mahallesinden alışverişlerini yapıyormuş.
Adam & Eve Beach
Bir de Nikki
vardı. 40 yaşlarında İngiliz bir hatundu. O da işinden ayrılıp vurmuş kendini
yollara. Daha yeni başlamış sayılırdı yolculuğuna, 3 ay olmuştu, ama çok daha
uzun süreli olacaktı, benden de. Eski bir polis olunca yine de tüylerim bir
ürperdi, hele ki bir de iri yarı eski bir polis olunca... Tekneye
binip turkuvaz rengindeki denizden Kuala Lumpur’a doğru yola çıktığımda,
gözlerim yolumda bir yeri bırakırken ilk kez buğulandı. Saatlerce Roland ve
Nikki ile birbirimize el salladık. Dünyanın en garip 3’lüsünü oluşturmuş
olmamıza rağmen... Artık dönüşü
iyice hissediyordum. Hatta çantam da hissediyordu. Gittiğim her yerde
birşeylerimi elden çıkarıyordum; ya birilerine veriyor ya da çöpe atıyordum.
Kuala Lumpur’a yola çıktığımda çantamın yarısını çoktan elden çıkarmıştım. Geri
kalanların da sonu aynı olacaktı... Perhentian
sonunda 5 gün boyunca çok dinlenmiştim. Enerjimi geri kazanmıştım. Ama artık
çok geçti. Dönüş yoluna girmiştim ve bu karardan dönüş yoktu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder