1 Haziran 2011 Çarşamba

Pulau Pinang, yani Penang... PENANG - MALEZYA

1 Haziran 2011    
Kalma parası vermemek için gece otobüslerine biniyordum. Ama yolculuklar Hindistan’daki gibi saatlerce sürmediğinden 7 saatte gideceğim yere varıyordum.
Malacca’dan saat 10.00 otobüsü ile ayrıldım, Penang’a vardığımda sabah 4’tü. Yerel otobüsler çalışmıyordu daha ve şehrin ‘kalbi’ olan Georgetown’a gitmek için terminalde beklemeye başladım.
Ama tek başıma değildim. Benimle aynı otobüste gelen birkaç yabancı daha vardı. Hepimizin yönü belliydi. Hep beraber oturup beklemeye başladık. İlk otobüsün 6’da kalkacağını söylediler ya da 7. İlk bir iki saat muhabbet ettik yanımdaki iki Japon kızla. Onlar bu tarafa sadece bir aylığına kaçabilmişler. Hızlandırılmış turdaydılar. Yorgunluk üzerimize iyice çökünce sesimiz soluğumuz da iyice kesildi.
Önümüzden bir sürü otobüs geçiyordu, ama hiçbiri Georgetown’a gitmiyordu. En sonunda otobüse bindiğimizde saat 7.30’du.
Burada ise Joolz’da kalacaktım. Joolz , yarı İranlı yarı İngiliz, İngiltere’de doğu büyümüş 8 sene Ko Phangan’da yaşadıktan sonra da buraya yerleşmişti. Geldiğimde mesaj atacaktım ona. Ama ne zaman denesem mesajlarım ulaşmıyordu, en sonunda email atıp beklemeye başladım.
Kablosuz internet vardı. Tüm şehirde ve otobüslerde bile. Ama bilgisayarımın şarjı bitiyordu. Bilgisayarımı şarj edebilmek için bir kafeye girdim. Tam şarjı taktım ki benden saatine 2 RM istediler. Hade leyn dedim. Bu küçük hesaplar beni cidden benden alıyordu...
Penang, Malezya’nın Kuzeybatısın’da yer alan bir adaydı. Büyükçe. Ana kara ile bağlantısı Butterworth’tendi. 8,4 km’lik bir köprüyle birbirine bağlanıyordu. Adada güzel plajlar vardı ama Malay, Çin, Hint ve Avrupa etkisindeki kültürel tarihinden dolayı Unesco’nun Dünya Mirasları listesindeydi. İkinci dünya savaşı öncesi everi ve dükkanları, 19. Yüzyıl kiliseleri, tapınakları, camileri ve sömürü binaları ile özellikle başkent Georgetown’un ‘turist’ yeriydi. Bir de ‘yemek’ ve mutfak çeşitliliği...
1786 yılına kadar Malay Sultanlığı olan Kedah’ın toprağıymış. İngiliz Francis Light gelip British East India Şirketi’ne adanın devredilmesini sağlamış. Böylece Malacca ve Singapur ile birlikte üçüncü İngiliz boğazı olmuş.
Zaten Georgetown da Büyük Britanya Kralı 3. George’dan ismini almış. Şu anda Penang Malezya’da ekonomik bakımdan 3. büyük ve Çinlilerin çoğunluğu oluşturduğu eyalet.  
Herkesin kolaylıkla İngilizce konuşuyor olabilmelerinin nedeninin bu ‘çoğunluk’ azınlık olduğunu en sonunda Penang’a gelince anladım.
Joolz, Ache isimli bir Malay’ın yanında kalıyordu. Yolculuğumun başından bu yana en ilginç ‘ev’ deneyimini yaşayacağım kesindi. Zira kaldığım yer, bir harabeydi. Restore edilmesi gereken tarihi bir bina. Bahçe kapısından içeri girildiğinde once Ache’nin odası karşıladı bizi. 2 tarafı açık, üstü kapalı, aşağı yukarı 16 metrekarelik bir oda. Bahçeden arka tarafa geçtiğinde Joolz’un odası vardı, 3 tarafı kapalı ve önü açık. Yanındaki oda da benim oldu.
‘Ev’de sadece duş vardı. Ne elektrik, ne tuvalet, ne de mutfak. Zorlu bir 3 gün olacaktı, ama bir yandan da hoşuma gitmişti. Beni zorluyordu ve nedense bundan zevk alıyordum.
Ache, senelerce askerlik yapmış, dünyayı gezmiş, şimdiyse sokak sanatçılığı yapıyordu. Tezgahı vardı ana caddede. Turistlere resim, kartpostal satıyordu. 60 yaşını devirmişti ama en fazla 40 gösteriyordu. Pek fazla mutlu olduğu söylenemez, gezmek istiyordu ama bunu yapabilecek hiç parası yoktu. Joolz, Ache ile Tayland’da yaşadığı dönemde vize yenilemek için Malezya’ya giriş çıkış yaptığı zamanda tanışmıştı. Ülkeden ayrılmaya karar verdiğinde de Ache gelip onun yanında kalabileceğini söyleyince buraya yerleşmişti. Ama bir süreliğine. Sonsuza kadar kalmayı düşünmüyordu, biraz para biriktirip önce İngiltere’ye dönecek, oradan da artık başka yerlere gidecekti.
Georgetown’da gezmeye başladık. İngiliz tipi mimarisi ile Londra’yı karşımda bulmuştum sanki. Penang tarihçesinin anlatıldığı müzeyi ziyaret ettikten sonra kültür biraz daha anlam kazandı. Önce bu ada Malay Sultanlığı’ndan İngiliz firması tarafından kiralanmış. Sonrasında da sultan kira parasına zam yapılmasını beklerken bir de bakmış ada İngilizlerin olmuş. İlk jenerasyon Çinliler, ticaret için gelmişler, ardından İngilizler Hintlileri çalıştırmak için getirmiş, sonrasında Çinlilerin ikinci jenerasyonu ‘işçi’ konumunda gelmiş, belli bir süreliğine, hep geri döneceklerini düşünmüşler, ama ne mümkün! Malaylar da zaten yerel halkı oluşturduğundan hep beraber yaşamaya başlamışlar. En hoşuma giden kısım ise hepsinin ayrı bir dini olması ve beraberce yaşayabilmeleri. Aynı sokakta Çinlilerin Budist tapınağı, İngilizlerin kilisesi, Hintlileri Hindu tapınağı ve Malayların da camisi... Aynı sokakta Çinli kısacık şortlu kızlar, gündelik kıyafetli beyazlar, sarili Hintliler ve kafası örtülü müslüman kadınlar... Oluyormuş demek ki!
Şehrin tam ortasında 70’lerin ortasında yapılmış ve şehrin simgesi olmuş Komtar denilen gökdelen yükseliyordu. Binanın üst katlarında iş yerleri, alt katlarında da mağazalar vardı. Hatta otobüs durağı bile buradaydı.Tabi şimdi milyonlarca olan alışveriş merkezlerinden sadece bir tanesiydi. Popülerliğini rekabetle yitirmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder