13 Haziran 2011 Pazartesi

Bir büyükelçi ile salsa yaptım... KUALA LUMPUR – MALEZYA

13 Haziran 2011
Nelson, sadece 6 ay evvel gelip burada yaşamaya başlamıştı. Ülkesi Venezuela’da petrol mühendisliği okuduktan sonra yıllarca İngiltere’de yaşamış, ardından da buraya ‘tayin’ edilmiş. Süperdi. Tam filmlerden gördüğüm ve aklıma o şekilde yerleşen Güney Amerikalı tiplemesiydi. Yerinde duramayan, sıcak, cömert... Büyük bir lüks içinde yaşamasına rağmen gayet de mütevazi. Kesinlikle bundan sonraki destinasyonum Güney Amerika olacak.
Cumartesi sabah Nelson futbol antremanına gittiğinde ben hala daha uyuyordum. Uzun zamandır ilk defa saat 9’a kadar uyumamıştım. Uyandığımda ve saati gördüğümde bir garip geldi bu yüzden.
‘Kuala Lumpur gezilmez, Kuala Lumpur yaşanır’ mottosu ile kendimi attım sokaklara. Çok düzenli yollarından yürüdüm, kayboldum, ‘yanlış yerlerde gezindiğim’ uyarıları karşısında omuz silkip devam ettim, alışveriş yaptım, alışveriş yapmaya çalışırken aklıma giren o küçük ‘Prada’ şeytanları ile savaştım.
Malezya’nın bu kadar gelişmiş bir ülke olduğunu gerçekten beklemiyordum. Herşeyin bu kadar düzenli olması, yolların, altyapının gelişmiş olması beni cidden çok şaşırtmıştı. Hem gelişmemiş, geri bir ülke bekliyordum, hem de İslam dininin etkisinin çok daha yoğun olmasını... Bir İran veya Suudi Arabistan olmadığı kesindi. Özgürdü. Gerçi orada yaşamadığım ve azınlıklardan olmadığım için sadece dışarıdan değerlendirebiliyordum. Ama en nihayetinde insanlar yaptıklarında özgür davranabiliyorlar gibi geldi: isteyen içki içiyor, isteyen şurup; isteyen domuz yiyordu, isteyen helal, isteyen mini etek giyiyordu isteyen tesettür... Görünürde saygı var gibiydi..
Ama dediğim gibi bu sadece benim algımdı. Malezyalı Çinlilerden Kendra ile sohbet ettiğimde Kennett’te hissettiğim aynı rahatsızlığın olduğunu gördüm. Tam olarak bir ifadede bulunmasalar da ‘evet, birşeyler yanlıştı’ onlara göre. Nelson, burasının bir saatli bomba üzerinde oturduğunu söylerken çok haklı olduğunu düşündüm.
Gece 8 gibi çıktık dışarı. Nelson’un oynadığı yabancılar futbol liginin sezon sonu kupa töreni vardı. Beleş içki yani. Bir iki saate kalmadı ki herkes kardeşlik türküleri söylemeye başladı. Ben de Yunanlı bir amcamla kolkola girip şarkılara katıldık. Ligte oynayan tüm takımlardaki hemen hemen herkes yabancıydı. İran, Çin, İtalya, İngiltere, Avusturalya, hemen hemen her yerden... Benim Türk olduğumu duyunca bir Türk’ün de olduğunu ama birkaç ay evvel Malezya’dan ayrıldığını söylediler.
Herkesin keyfi çok yerindeydi. Çok komik bir şekilde çoğunlukla birbirleri hakkında ne yaptıklarına dair pek birşey bilmiyorlardı. Nelson’a ertesi gün Yunan amcam ile yaptığım ‘KL’yi hiçbir yere değişmem’ muhabbetinş anlattığımda kendilerinin sadece birlikteyken ya futbol oynadıklarını ya da futboldan bahsettiklerini söyledi. Erkekler!
Gecenin en karizmatik adamı ama kesinlikle 60 yaşlarına gelmiş Venezuela Büyükelçisiydi. Lig’te ‘büyüklerin’ oynadığı bir takım da vardı, amcam da burada oynuyordu. Keyifle etrafı izliyor, herkesle muhabbet ediyor, içkisini yudumluyordu. Ülkesinden gelen müzik esintilerini de duymamazlıktan gelmeyerek dans ettik. Bir büyükelçi ile salsa yaptım! İşte buna içilir diyerek geceye salsayla devam etmek üzere Nelson ile ayrıldık.
Kesinlikle Güney Amerika’ya gitmeye karar verdim. Kolombiya’dan tanıştığım o yerinde duramayan, kelimenin tam anlamı ile fıkır fıkır olan o güzel ve güleryüzlü insanları yerinde tanımak zorundaydım. Hayatımda daha önce salsa yapmamıştım, hatta dans bile çok zor ederdim. O gece öğrendim ki partnerin bir Güney Amerikalı olunca herkes salsa yapabilirmiş, fazla kasmaya gerek kalmadan, kontrolü karşındakine bırakarak...
Ama uzun zamandır o kadar içki içmediğimden gece 3’e gelirken ayrıldım ve eve doğru yürümeye başladım. Ayakkabılar ağır gelince çıkardım, yalınayak Kuala Lumpur sokaklarında yürüdüm. İşte o an ‘geri döneceğim’ fikri kafama dank etti. Tüm bu olanları, olacakları bırakıp eve dönüyor olacaktım. Perhentian’da dinlenmiştim ya, yorgunluk hissetmiyordum artık ve bu tatilden sonra yoluma devam edebilecek fiziksel ve zihinsel gücü kazanmıştım. O yüzden şimdi dönüş fikri batmaya başlamıştı. Keyfim çok yerindeydi ve hayatım boyunca söylemekten hep korktuğum ama yol boyunca bu korkunun üstesinden gelip dile getirmekten hiç sıkılmadığım gibi çok da mutluydum.
Sabah uyandığımda gecenin yoğunluğunu hissetmiyordum üstümde. Biliyordum, yolum buna karar vermişti, yolum şu an geri dönmemin uygun olduğunu düşünmüştü. Ona itaat edecektim.
Biliyordum artık ne yapmam gerektiğini hayatımda ve mutluluğumu nasıl devam ettireceğimi... Yolum bunu görmemi sağlamıştı.
Artık son durağıma gitmem gerekiyordu. Sadece 2 günlüğüne. Sadece şimdilik.
Sıra İran’daydı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder