14 Aralık 2010 Salı

Sosyallesmek kimi zaman güzeldir... KANDY - SRI LANKA

14 Aralık 2010


Tren istasyonunda güne başlamak...
Kandy istasyonunda uyandigimizda hava aydinlanmak uzereydi. Gece boyunca insanlar girip cikti uyudugumuz salona. Erkek ve kadin salonlari ayri oldugundan rahattik, disaridan da bakildiginda orada uyudugumuz görülmüyordu. Birkac kez istasyon görevlilerinin gelip bizi kontrol ettiklerini fark ettim, hosuma gitmedi degil tabi ki bu ilgi ve kendilerini sorumlu hissetmeleri.
Uyudugumuz banktan dogrulduk, üzerimizde hala tulum vardi ve sabah muhabbetimize basladik; biliyor musun rüyamda ne gördüm, sinekler gene tüm gece beni pek sevdi vb.
Kahveye gercekten ihtiyacim vardi. Ama dogru düzgün kahve bulmak pek mümkün degil buralarda. Makine kahvesi veriyorlar, onda da mutlaka seker oluyor. O yüzden söylene söylene soguk su ictim.
Sabah 6 olsa da hayat coktan baslamisti. Istasyonda bir sürü insan ise gitmek üzere kosturup duruyordu. Yapmamiz gereken ilk seyin bir pansiyon bulmak oldugunu varsayarak yola düstük. Birkac kisiye sorduktan sonra en sonunda bir yerin adini aldik. Oraya sehirici otobüsü ile gittik ve kapiyi caldik. Acaba bu saatte acik midir degil midir diye süphelerim vardi ama kapinin acilmasi ile rahatladim. Sri Lanka'da her ne kadar hic gece hayati olmasa da gün oldukca erken basliyor.
Kapiyi uzakdogulu bir kesis acti. Zaten mekan da manastira benziyordu. Kalmak ve burayi deneyimlemek istedik ama kesis dolu oldugunu söyledi. Yardimci olmak icin iceriden Lonely Planet kitabini getirip bize birkac otel buldu. Biz de sansimizi diger otellerle denemek icin yeniden yola düstük.

ve Guava keşfedildi...
Gittigimiz ikinci otel gölün kenarindaki ünlü Temple of the tooth denilen ve icinde Buda'nin disi oldugu iddia edilen tapinagin hemen arkasindaydi. Resepsiyondaki görevli otelin su anda dolu oldugunu ama check out zamaninin daha gelmedigini, gidenlerin olabilecegini söyledi. Cantalarimizi oraya birakiabilecegimizi söyleyince telefon numarasini da alip cevreyi gezmek ve kahvalti etmek icin ayrildik. Hemen gölün oraya indik. Gene gayet huzur verici idi. Etrafta fazla kus olmamasina ragmen gölün kenarindaki agaclarin alti kus pisligi kokuyordu buram buram. Birer sigara ictikten sonra yiyecek birseyler bulmak icin merkeze dogru yürümeye basladik. Öncesinde Irem'in para bozdurmasi icin bir bankaya girdik. Bozduracagimiz para alt tarafi 10 dolardi, ama nerdeyse bizden özgecmisimizi isteyeceklerdi, referanslariyla birlikte. Pasaport numarasini verdikten sonra bizden 
Göl ve Tapınak
kaldigimiz yerin adresi istenince gayet ciddi bir sekilde "Tren istasyonu" dedim. Henüz otele giris yapmamistik ve nereye gidecegimiz de mechuldu. Dolayisiyla dun gece yattigimiz yeri söylemek makul geldi o anda. Banka memurunun ve yanimizda para bozduran baska bir yabanci turistin saskin bakislari arasinda en sonunda rupimize kavustuk. Iyi sans dilekleri ile oradan ayrildik ve kahve icmek üzere bir kafeye yönlendik. Zor bir gecenin ardindan icilen kahvenin özel olmasi gerekiyor, öyle 3'ü birarada, makina kahveleri kurtarmaz. O yüzden bayagi bir dolandiktan sonra kahve yapabilecek kapasitede olabileceklerini düsündügümüz lüks bir otelin pastane kismina oturduk. Kahvemizin nasil olacagini detaylandirarak ismarladik: kesinlikle makina kahvesi olmayacak, seker konulmayacak ve süt de soya degil inek sütü olup soguk getirilecek. Süt sicak gelince zor gecenin ardindaki kaprisli müsteri olarak sogugunu istedim. Geldi, ama soya sütü. Konusmaya ve derdimi yeniden anlatmaya üsendim ve kahveme koydum. Kahve yapmayi bilmediklerini fark ettim, bir ölcü konulmasi gereken kahve yarim ölcü konulmustu, annemin deyimiyle "ziril kahve" olmustu. Bir yudum aldim ve biraktim. Tartismak icin cok yorgundum.
Ana caddeye ciktigimizda sagli sollu bir sürü pastanenin oldugunu gördük. Buranin pastane cenneti olduguna karar verip bir tanesine daldik, sebzeli samosa ve rottilerimizle birlikte marketten de daha denemedigimiz guava meyvasini alip göl kenarina geri döndük. Samosa ve rottiler gercekten lezzetliydi ama guava icin ayni seyi söyleyemeyecegim, tatsiz tuzsuz hafif agizda ayvamsi bir his yaaratan bir meyvaydi. Belki de yemeden evvel bir süre bekletmek gerekiyordu, bilemiyorum.
Sehre geri geldigimizi tuktuk soförlerinin tacizleri ile iyice idrak ettik. Oda bosalip bosalmadigini kontrol etmek icin otele geri döndük. Tam o sirada bir kiz cikiyordu ve biz de sayesinde odamiza kavustuk.
Cantalari odaya attiktan sonra hemen yanimizdaki tapinaga gittik.
Oldukca büyük bir girisi vardi ve sabahin 11'i olmasina ragmen oldukca kalabalikti. Giriste de güvenlik aramasindan gectik. Iceri girdigimizde pagodalar, devasa Bo agaci, sunaklar bizi karsiladi. Bir de 2 adamin caldigi mistik bir ilahi vardi havada yayilan. Kutsal fillerinin oldugu yerde biraz zaman gecirdikten sonra tapinakta gezinmeye devam ettik. Kapali alanlarin bir tanesinde kapali bir kapi ardinda yüksek sesle dua okuyan bir rahibi duyduk. Ön kisimda ise elinde bebekle oturan bir anne ve ailesi bulunuyordu. Kisa bir gecmise kadar, adam ve kadin evlenip üzerinden 9 ay gectiginde cocuk olmazsa ebeveynler hakkinda hep spekülasyonlar cikarilirmis. Ama simdi ciftler aile planlamasi yapabiliyorlarmis. 20 milyon nüfus bu kücük ada icin oldukca fazla zaten.
Cocuk dogdugunda mutlaka hediyeler veriliyormus, kiz bebek dünyaya gelirse ona ileride takabilmesi icin annesi tarafindan saklanan mücevher getiriliyormus. Zaten adada mücevher cok önemli, hem degerli ve yari degerli taslarin ihracati icin hem de kadinlar icin. Buraya geldigimden bu yana nerdeyse her kadinin kolunda ya da boynunda bir altin taki gördüm.
Dediklerine göre bir de cocugun dogumunda astroloji büyük önem tasidigi icin mutlaka dogum saati not alinip daha sonrasinda astrologa danisiliyor ve cocugun hayatinda olacak büyük olaylar ögreniliyormus. Astrologun belirledigi zamana göre de ritüelle bebege ilk kati yemegi veriliyormus. (acisiz körili pilav)
Ayrica bu seremonide cocugun önüne 3 obje koyuyorlarmis; yemek, kitap ve altin. Cocuk hangisine yönelirse geleceginin öyle olacagina inaniliyormus. Eger yemege uzanirsa ileride obur ve ac gözlü biri olacagi, kitaba giderse tahsilli biri olacagi, altina giderse de zengin olacagi varsayiliyormus. Cocuk yanlis bir yere yönlenmis olmasi halinde ise annenin genleri sorumlu tutuluyormus. Ilk egitim de Budist rahipler tarafindan veriliyormus.
Buddha'ya sunulanlar..
Simdi de rahip yeni dogan bebegi kutsuyordu. Kutsama töreni sonrasinda, baska bir grup daha geldi, ellerinde Buda'ya sunmak üzere cicekler, tütsüler, meyva sepetleri ile.
Sinhalalilarda gecmisi monarsi dönemine uzanan, ticarete, zanaata veya meslege göre tasfiye edilmis kast sisteminin bugün daha gevsek de olsa halen devam ettigini ögrendik. Govima kasti hiyerarsinin en üst basamaginda yer alirken bunlarin altinda toprak sahipleri ve ciftciler bulunuyormus. En düsükleri de cingene olarak nitelendirilen Rodiyalar. Kast sistemi her ne kadar resmiyette gözükmüyor olsa da Sinhalalilar bariz olarak kendilerini iki gruba ayiriyorlarmis; Kandyden gelenler ve asagi ülkeden olanlar. Kandyliler kralligin köklerini tasidiklarinin varsayimiyla kendilerini aristokrat olarak tanimlarken diger grubu Kandy disindakiler olusturuyormus. Bu grup farkliliklarini disaridan gözlemlemek zor bizim icin, ama farkliliklar anlasilirmis; mesela kadinlarin sarilerini baglayis sekilleri... Artik is hayatinda pek fazla bu kast sisteminden söz edilmese de evliliklerde hala önemini korudugunu duydum. Evlenecek olan adaylarin mutlaka kastina, dinine ve aile gecmislerine bakiliyormus. Hatta gazetelerin seri ilan köselerinde evlenmek isteyenler mutlaka meslek ve kastlarini belirterek ilan veriyorlarmis.
Tamil halkinda ise kast sisteminin geleneksel yapisinin hala korundugu söyleniyor. Ama bir Tamille karsilasmadigim icin bunun boyutlarini ögrenemedim.
Evlenme seremonileri ise üc asamada gerceklesiyormus: nisanlilik dönemi, cilgin müzikleri ve danslariyla evlilik töreni, en nihayetinde de yeni ciftin evlerinde ziyaret.Tabi burada da her kültürde oldugu gibi yeni evlilere cesitli hediyeler veriliyormus.
Ölümlerde ise Budistler ve Hindular ölülerini kadinlarin ve erkeklerin beyaz ve gri tonlarinda kiyafet giydikleri bir seremoni esliginde yakiyorlarmis.Gerci henüz böyle bir törende bulunmadim ama muhtemelen Hindistan'da rast gelirim.
Tapinaktan en son olarak Buda'ya biz de saygimizi sunup ayrildik. Ben yorgunluga dayanamayip bir iki saat kestirmek icin odaya döndüm.
Birkac saat sonrasinda tazelenmis olarak uyandigimda Irem ile birlikte yemek zamaninin geldigini dusunerek "ne yesek acaba" asamasinda tikanarak bir süre etrafta dolandik. En sonunda ise otele dönüp pilav yemege karar verdik. Sri Lankalilar elleriyle yiyorlar, ancak bunun da bir yolu yordami varmis, avuc icine ya da parmaklara degdirmeden sadece parmak uclarini kullanmak gerekiyormus. Aksi takdirde bunu kabalik olarak degerlendiriyorlarmis. Biz sansimizi zorlamak istemeyerek ve kaba olarak adlandirilmaktan cekinerek kasigimizla yiyip günün ikinci kahvesinin icilebilirligini denemek üzere otelin birinci katinda bulunan, tapinak ve göl manzarali balkona gectik. Gün batimini seyretmek üzere manzaraya karsi oturduk ki kahve koca bir demlikte yanimiza geldi.

Gün batımı, tapınaktaki ayin sesler ve binlerce kuş...
Hava kararmak üzereyken binbir tane kus dört bir yandan gelerek göl kenarindaki agaclara kondu ve hep birlikte yurttan sesler korosunu olusturdular. Göl kenarindaki kokunun gizemini böylece cözdükten hemen sonra bu sefer de tapinaktan mükemmel bir ilahi yükselmeye basladi. Tam günes batarken ufkun kizila boyandigi ve siluete dönen agaclarin ardindan görünen göle gökyüzünün renkleri yansidigi sirada, kus sesleri ve ilahi de ahengi tutturup animi bir ritüele cevirdi; nerde oldugumu fark ettim, sükrettim, kendimle gurur duydum ve zamani o anda durdurdum. Ta ki yanimiza sohbet etmek icin 60 yaslarinda Kanadali bir bayan gelinceye kadar.
Abla 3 gün evvel Hindistan'dan gecmis buraya, ancak birkac hafta kalip ardindan yine Hindistan'a dönecekmis. 60 yasinda olmasina ragmen "yasli ve yorgunum" kalibini kirarak buralara kadar gelmis ve geziyor. Tek basina. Ilk seferi de degil üstelik. Nerdeyse tüm dünyayi gezip bitirip Asya'da da ücüncü ya da dördüncü turunu atiyor. O kadar özendim ki... Irem ile "biz de büyüyünce böyle olalim" bakisini attik birbirimize ve kadinin seyahat hikayelerini büyük bir haz alarak dinlemeye basladik. Hindistan'la ilgili dikkat etmemiz gerekenleri, Laos ve Malezya'da mutlaka görmemiz gereken yerleri, buradaki insanlarin turist avciligi hakkindaki sitemini ve bize yolculuk icin gereken tüm tembihleri de dile getirdikten sonra yanimizdan ayrildi.
Günlerdir düzgün bir muhabbet yapmamistik ve gercekten de iletisim kurmak kendimi iyi hissettirdi. Keyifle süpermarkete gidip su ve icecek alip geri döndük. Döndügümüzde yanimiza 2 Fransiz cocuk geldi, surf yapmak icin Sri Lanka'nin plajlarini gezmisler, ama pek istedikleri dalgayi yakalayamamislar. Dayanamayip sordum, Tissa'daki pansiyona gidip gitmediklerini. Tabi ki gitmemisler. Birkac saat muhabbet ettikten sonra odaya gidip yattim. Ertesi gün önce biraz guneslenmek ve okyanustan nasiplenmek icin Negombo'ya ugrayacaktik, ardindan da eve yani Colombo'ya gececektik.

/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder