15 Aralık 2010 Çarşamba

Eve dönmek istiyorum... NEGOMBO - SRI LANKA

15 Aralık 2010
Kandy'de gözlerimizi acmamiz gereken saat 7 iken biraz tembellik yapalim diyerek gözleri kapattik. Cok degil, sadece yarim saat kadar. Ama o kadar cok rüya gördüm ki o arada. Daha 10 gün bile olmamisti buraya geleli, ancak icim biranda büyük bir özlemle doldu gördügüm rüyalarin da etkisi ile. Neyseki aksama Colombo'daki konforlu, internetli, yüzde yüz tatmin garantili kahve bulacagimiz evimize kavusacaktik. Daha sabahin o saatinde eve varir varmaz ne yapacagimizin listesini cikariyorduk: banyoda saatlerce kalarak arinma, Istanbul'dakilerle muhabbet ve de en önemlisi günlerdir hasret kaldigimiz sicak bir sebze yemegi...
Yol üzerindeki bir pastaneden kahvaltilik birkac birsey alarak otobüse bindik. 167 kilometrelik yolcugu 11 saatlik bir tren yolculugu ile tamamladiktan sonra Irem beni Sri Lanka'da bir daha asla trene bindiremezdi, ziplaya ziplaya, kafam tavana carpa carpa, hatta ve hatta calan müziklere raksimla eslik ede ede otobüsle gitmeyi tercih ederdim.
3 saat sonra Negombo'ya vardik. Buraya ugramamizin tek amaci kumsala inip biraz okyanus havasi almak ve güneslenmek oldugu icin hemen sahilin ne tarafta oldugunu sorduk.
Daha önceden gidilmemis bir yeri talihin de yardimi ile dogru noktadan kesfetmeye baslamak gerekir, ileride bir ask iliskisine dönebilmesi icin. Talih bu sefer bizden yana degildi ve insanlarin yanlis yönlendirmeleri sonucunda baslangic noktamiz igrenc kokulu balik pazari oldu.
Insanlarin güneslendikleri ve tahminimizce zevk aldiklari plaja dogru kumsaldan yürümeye basladik. Günes bir noktada kavurmaya basladiginda kumlara batip cikan botlarim ve sirtimdaki yükümle yürüyüs iskenceye döndü. Her adimimizla da bize laf atan yereller de cabasi. Kumsaldan kurtulup arka yoldan yürüyelim dedik ki bu sefer de bize yol olmadigi söylendi.
Yanlarindan gectigimiz herkesin bize diyecek bir lafi vardi, hatta kucaklarinda torunlariyla birlikte oturan yasli teyzeler dahi birseyler anlatmaya calisiyorlardi. Israrla. Bizi de yanlarinda oturtmak istediler. Israrla. Hem 45 dakikadir günes altinda yürüyor olmamizin verdigi bikkinlik hem de yerellerle ilgili tecrübelerimizin bizde yarattigi tedirginlik sonucunda sadece gülümseyip yolumuza devam ettik.
Kumsal boyunca yanyana insa edilmis derme catma barakalar vardi, tabiri caizse okyanusa sifir, her barakanin önünde de ya sandallar, ya balik aglari, ya da kurutulmak icin musambalarin üzerine serilmis binlerce balik bulunuyordu. Isin ilginc yani ise cevrede bulunan kedilerin, köpeklerin, kuslarin (özellikle de cok sayida bulunan arkadas canlisi, insan korkusu olmayip yakinina gelen kargalarin) bu baliklara dokunmamasi. O kadar kötü kokuyorlardi ki belki de o yüzden onlar bile yanasamiyordu, kim bilir!
Bu balikci köyünü ardimizda birakip otellerin bulundugu kisma geldigimizde 1 saattir yürüdügümüzü
Balık pazarı.. evet, kuru balıklar...
gördüm. Kendimi bir mango agacinin gölgesine attim ve nefes almaya calistim. Üzerimdekileri cikarmaya bile mecalim kalmamisti. En sonunda dogruldugumda ilk saticinin bize yaklastigini gördüm, defetme isini Irem'e biraktim, en son taktigi "bizim hic paramiz yok" cümlesi. Ama buradaki saticilar cetin ceviz ciktilar. Bir türlü gitmiyorlardi. Ben dislerimi sikiyordum, Irem de laf anlatmaya calisiyordu. El yapimi maket gemiler satan bir satici Turk oldugumuzu ögrenince Istanbul'la lafa girdi, kendisinin ekonomi ögrencisi oldugunu söyledi. Ne kadar dogrudur bilemem tabi, zira biz de ögrenci oldugumuzu, bu yüzden paramiz olmadigini söylüyorduk, bir de insanlarin muhafazakar kismina seslenip asilmalari önlemek amaciyla nisanli oldugumuzu ve Istanbul'a döner dönmez evlenecegimizi... Her neyse, lafi Enver Pasa'ya getirdi. Irem ile birbirimize bakakaldik, Atatürk dese anlarim, Erdogan dese anlarim, Tarkan dese yine anlarim, ama Enver Pasa bizi bir süreligine paralize etti. Satis taktigi de olabilir elbet, akabinde yine basladi sunu alin, bunu alin, hersey cok ucuz, hava bedava su degil diye...
Sinirlerimizin kaldirdigi kadar tahammül edip ve yeteri kadar dinlenmis oldugumuza kanaat getirdigimiz anda orayi terk ettik.
Geri dönüs yolu 40 dakika sürdü ana caddeden gidince.
Otobüse bindik, hem de devletinki. Sessizlik icerisinde seyahatimize basladik. Bir ara kendimi o kadar pis hissediyordum ki Istanbul'da biraktigim parfümümü düsündükce hüzünlenmeye basladim.

Negombo sahili
Yine saticilar, dilenciler otobüste is basindaydilar. Bu sefer en önde oturdugumuz icin soför ikaz mekanizmasi dikkatimizi cekti. Sofor koltugunun yakininda tavana asili bir zil vardi, zile bagli bir kordon da otobüsün arka kismina kadar uzuyordu. Insanlar inmek istediginde bu kordona abanip zili caldiriyor ve soförde durakta duruyordu. Ilginc geldi tabi bize.
Negombo - Colombo arasi 30 kilometre, normal bir hesaplama yaptigimizda saatte 60 km giden bir aracin yarim saatte ulasmasi gerekir. Hadi bilemedim 45 dakika olsun. Tam 1,5 saat sürdü, oysa otobüs 60'la gidiyor gibiydi. Bunun üzerine bayagi bir düsündük ve mantikli bir cevap veremedik. Evrenin sirlari kitabina bir konu basligi daha...
Colombo'da müthis bir trafik bize merhaba dedi tüm sevecenligi ile. Durakta inip ya eve yürüyecektik ya sehirici otobuse ya da tuktuka binecektik. Gün icinde cok yürüdügümüz icin tekrar yürümek istemiyorduk, ama bir yandan da tuktuka 200 rupi vermek de zor geliyordu. 5-6 rupi verip otobüse binelim dedik. Kalacagimiz yerden gecen otobüsün hangisi oldugunu bulmamiz yarim saat sürdü, o otobüs de bir türlü duraga gelmeyince tabanlara kuvvet deyip yürümeye basladik. Artik Irem tek kelime edemiyordu, surati bembeyaz olmustu yorgunluktan. Eve vardigimizda ac bilac, susuz ve ölü gibiydik. Ama en sonunda evde idik...
Artik cay ülkesi olarak bilinen, hindistan cevizinden yag dahil yapilacak her türlü maddeyi yapan, pirincin bol oldugu bu baharat cennetini ardimizda birakip Hindistan icin hazirlanma vakti gelmisti.
Yola cikali tam 10 gün oldu. Harcadigimiz para ise sadece 80 USD.
Seviyorum buralarinin ucuzlugunu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder