23 Aralık 2010 Perşembe

Bir tatlı huzur almaya geldik Mamallapuram’dan... MAMALLAPURAM - HİNDİSTAN


23 Aralık 2010
Chennai’de şehirler ve eyaletler arası otobüsler şehrin 7 km batısındaki terminalden yapılıyormuş. O terminale varmak ise 45 dakikalık bir otobüs yolculuğu ile mümkün. Otobüse binip etrafı seyretmeye başladık. Şehri gezmenin en güvenli ve rahat yolu. Durduğumuz duraklardaki çocuklarla camdan konuştuk, nerden geldiğimizi ve isimlerimizi söyledik. Genelde Türkiye’yi bilmiyorlar, Afganistan yanında, Katar yakınlarında sanıyorlar, ama ilginç şekilde isimlerimizi mükemmel denilecek şekilde telaffuz ediyorlar. Otobüs terminaline vardığımızda hemen otobüse bindik. Şehir içinde muavinin düdük çalması ile duraklarda duran ya da harekete geçen derme çatma otobüsler yerine bindiğimiz klimalı ve konforlu otobüs bizi oldukça şaşırttı. Pek mutlu ettiğini söyleyemem, çünkü klima genelde bize dokunuyor. O yüzden İrem’le klimayı kapatmak için çaresizce düğmelere basıp hiç bir işe yaramadığını anlayınca her tarafımızı şalla sararak etrafı izlemeye başladık. Gene bangır bangır müzik çalmaya başladılar. İrem hemen taktı kulaklıklarını. Ama ben 2 gün evvel kulaklıklarımın cenazesini kaldırdığımdan gürültü tecavüzüne maruz kaldım, İrem bana acıyıp kulaklık verinceye kadar.
Sri Lanka’nın doğasını birkez daha güzel sözlerle ve ah çekerek andık. Şehirden çıkmış olsak da hala hoş olarak tabir edebileceğimiz bir manzaraya rastlamamıştık. 2 saatlik bir yolculuk sonrasında Dünya Mirasları’nın koruması altındaki Mamallapuram’a geldiğimizde biraz yeşillik gördük ve böylece kaskatı kesilmiş suratlarımızda ilk gevşeme belirtileri göstermeye başladı.
Kasabaya geldiğimizde sahil tarafına gidip karanlık basmadan oda tutmak istiyorduk. Buraya vardığımızda saat 16:30’a geliyordu, güya sabah erkenden gelecektik, ama Chennai bürokrasisi işte...

Mammallapuram sahili

Şehirden çok daha iyiydi. Şile’yi anımsattı biraz bana. Pansiyon pansiyon gezmeye başladık. Turistik bir bölge olduğu için birçok otel vardı yanyana. O yüzden hepsine giriyor, odalara bakıp pazarlık yapıyorduk. En sonunda temiz olduğuna ikna olduğumuz ve fiyatını başkalarına söylemeyeceğimize dair söz verdiğimiz odayı 250 rupiye tuttuk. (Yani kişi başı 2,5 dolar)
Gün batmadan Bengal körfezine bakan bu kumsalı görmek istiyorduk. Sahile vardığımızda gene içimiz huzurla doldu. Dalgaların sesi, kumsala çekilmiş balıkçı tekneleri, sahil boyunca uzanan restoran ve cafeleri ile şehirden kaçılabilecek güzel bir kasaba.
Etrafta birçok turist vardı. Kumlarda biraz yürüyüp içimizdeki negatif elektriği boşalttığımızı düşündüğümüz noktada yoketme tanrısı olan ama onsuz hiçbir başlangıç olamayacağına inanılan Shiva’ya adanmış Shore Tapınağı’nı gezmeye gittik. Ardından da kendimizi hazır hissedince gidip kontörsüz bir hat aldık. Mağazaya girerken dikkatimi çeken insanların içeri girmeden evvel ayakkabılarını çıkarıyor olmalarıydı. Ne büyük bir çelişki aslında, şehir pislik içinde ama mağazalara ayakkabı çıkararak giriyorsun. Tabi halkın %30’u sokakta çıplak ayakla gezerken mağazaya girmek için ne yaptığını da merak etmedim değil.


Huzur almaya gelen bir tek bizler değildik elbette...
Pallava medeniyeti zamanında krallığın ikinci başkenti ve büyük bir deniz limanı olan bu kasabanın diğer kazı alanlarını göremedik. Hava kararmıştı ve biz yine çok acıkmıştık.
Restoranlara girip menülerini kontrol ettikten sonra bir tanesinde karar kıldık. Izgara kalamar ve patates kızartması yanında buz gibi yerel birası Kingfisher.
Hala Hindistan’da olduğuma inanamıyordum, başlangıç acı olmuştu ama burayı gördükten sonra işlerin yoluna girebileceğine dair bir umut doğmuştu. Yemek sonrasında restoran sahibi ile sohbete başladık. Ertesi gece Hampi’ye doğru gideceğimizi söyleyince, noel gecesini trende geçireceğimize hayıflandı. Biz de ‘problem değil, zaten Hıristiyan değiliz’ dediğimizde ‘ben de değilim, Hinduyum ama yine de burada turistler için kutluyoruz’ diye cevap verdi. Üzerine de en çok turistin geldiği dönemin aslında Noel dönemi olduğunu ama bu seneki turist azlığından ve işlerin kesatlığından şikayet etti.
Restorandan çıkıp yan taraftaki isminden ötürü bizi cezbeden ve Hint müziği dışında bir müzik çaldığını düşündüğümüz Bob Marley cafeye gittik. Orada da birer bira içtikten sonra odaya döndük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder