29 Aralık 2010 Çarşamba

Başlık sadece ‘GOA’ olmalı, başka söze ne hacet! GOA - HİNDİSTAN

Goa'da gün batımı...
29 Aralık 2010
Sabah Mapusa’dan ‘eve’ varmak için otobüse bindiğimizde, çantalarımızı uzun yol otobüslerinde bulunmayan ama muhtemelen çok turistik bir bölge olduğundan var olan ‘bagaj’a bırakıp kalabalık içerisinde kaderimize boyun eğip ayakta dikilmeye başladık. Ayakta cebelleştiğimizi gören arka sıra ahalisi sıkışarak İrem’e yer açtı. İrem’in oturmasına ön ayak olan ve hemen yanında oturan 20’li yaşlarda bir Hintli sosyalleşme heyecanı içinde lafa girdi. Böyle bir geceden sonra en son istediğim şey birileri ile sohbet etmek etmekti, ama İrem gayet iyi ve güleryüzlü muhabbete devam ediyordu ki bir anda sabah sabah sorulabilecek en abes soru geldi; Ermeni sorunu. Türkiye’den aşağı yukarı 3500 mil uzaklıkta duyduğumuz ilk şey bu olmamalı diye düşünürken İrem de zor bir geceden sonra sabah konuşmak istediği en son şeyin politika olduğunu söyleyerek pes etti.
O yüzden biz de Onur ve evin köpeği Bonny kapıyı açar açmaz Ermeni sorunu hakkındaki suallerden kaçınarak desturla içeri girdik.
Yorgun ve heyecan içerisinde geçen bu gece yolculuğunun sonrası bünyeye, kafaya ve ruha en güzel gelecek şeyin kahve olduğunu söyleyeceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, buz gibi bira. Benjamin Franklin’in de dediği gibi ‘Bira, Tanrı’nın bizi sevdiğinin kanıtıdır’.

O yüzden de bira eşliğinde ilk hikayeler anlatıldı. Onur ve kuzeni Erkin geçen sene buraya gelip yerleşmişler, şu anda web sitesi tasarlayıp google optimizasyonu yapıyorlar. Mobil olabilecek, dünyanın internet olduğu herhangi bir yerinde kurulabilecek mükemmel bir hayat düzeni işte. İrem de bir mimar olarak bana kıyasla bu konuda daha özgür. Zavallı ben. Bir reklamcı olarak yaşayabileceğim ülke açısından pek seçeneğim malesef yok. O yüzden sadece özenip duruyorum insanlara. Meslek değiştirmek gerek belki de. Hep bir musluk tamircisi olmak istemişimdir mesela ya da burada mango toplayıcısı da olabilirim. Kim bilir?
Eve girdiğimizde Onur’u üzerimizdeki kir ve duş yaptığımızda bu kirin gitmesiyle rengimizin birkaç ton açılacağı konusunda uyardık. Nitekim yerinde bir uyarı olmuş, duş sonrası yüzümüze nur yağdı. Çantaları duşta yıkayıp diğer herşeyi olduğu gibi çamaşır makinasına attık. Ancak o zaman içim rahat edip biraz dinlenmek üzere yatağa uzanabildim.
Burası küçük bir yer olmasına rağmen koylar arası gitmek için herkes scooter ya da motorsiklet kullanıyor. Onurların da hem motorları hem de scooterları var. Scooterı kullanmadıklarından birkaç ders sonrası bizim kullanımımıza açık olduğunu söylediler. Ağzımızın suyu aktı tabi ki.

Ev sahibimiz :)
Ardından gün batımını seyretmek için Onur’un motoruna atlayıp Nine diye bir bara gittik. Uçurum kenarındaki bu barın tam altında da küçük Vagator dedikleri plaj vardı. Goa’da elimde buz gibi bir birayla, güneşin palmiyelerin arkasından görünen Arap Denizi’ne batışını izledim, her ne kadar çalan müzik Bob Marley olmasa da karşımdaki rastalı gençler aynı etkiyi yarattılar.
Küçük bir Goa turu yapıp eve döndüğümüzde haftanın beş günü ev işlerini yapmaya gelen Şoba’nın hazırladığı muhteşem ama baharatı pek bol olan Hint yemeklerinden yedik. Yemek üzeri rehavetini henüz üzerimizden atamamıştık ki yakınlardaki Chapora’ya meyva suyu içmeye gittik. Papayadan, ananasa, guavadan muza kadar birçok lassi ve meyva suyu çeşidi vardı. Lassi, bizim en çok tansiyon düşüklüğünde içine bayağı tuz katıp içtiğimiz, bildiğimiz ve sevdiğimiz ayran. Burada tuzlu içilebildiği gibi bizden farklı olarak içine çeşitli meyvaların katılması ile meyvalı yoğurt tadında ama sulu, oldukça serinletici ve doyurucu bir içecek. Tabi çok da lezzetli. Zira o günden sonra Lassi manyağı oldum. Buradan ayrılıncaya kadar listedeki tüm aromalardan tatmamız gerektiğine karar verdik.

Chapora'daki ilan panosu
İlan panolarındaki Rusça ve İbranice yazılar dikkatimi çekti. İsrailliler, askerlik sonrası buraya gelip kelimenin tam anlamıyla dağıtıyorlarmış, Rusların da Antalya’dan sonra en fazla geldikleri yer de Goa’mış. Parti insanları tabi... O yüzden ilanların bu iki dilde yayınlanması dışında restoranların mönülerinde de İsrail ve Rus yemekleri de yer alıyor.
Yolda kafası önüne düşmeden ve düz bir çizgide yürüyebilen insan pek fazla göremedim, herkesin kafası güzel. İşin garip yanı, bu kafayla hemen hemen herkesin motor kullanmasına rağmen hiçbir kazanın olmaması. Ne diyim, Allah koruyor herhalde... Bom Shiva!
Eve döndüğümüzde etraftaki barlardan müzik sesi hala geliyordu. Noel zamanı en fazla turistin geldiği dönem olduğu için normalde müziğin 10’da bitmesi gerekirken, polisler musamma gösteriyorlarmış. Barlarda müzik gece yarısına kadar çalınabiliyormuş şu aralar. Evet, garip ama burada partiler günbatımıyla başlayıp gece 10’da bitiyormuş çoğunlukla. Bizdeki gibi sabaha kadar değil yani.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder