6 Ocak 2011 Perşembe

Yolcu yolunda gerek... GOA - HİNDİSTAN


6 Ocak 2011
Sabah uyandığımda hala toktum. Evvelki gece çok para kaybetmiş olsa idik muhtemelen günü yatağın içerisinde kendimize acıyarak geçirirdik. Ammavelakin, hem daha görmemiz gereken birkaç yer olduğundan hem de öngörmediğimiz bir para kaybetmediğimizden kendimizi dışarı attık.
Sıra Arambol’a gelmişti...
O kadar geniş bir plajı vardı ki gördüğümüzde aklımız çıktı. Şaşkın şaşkın etrafımıza bakarken çevreyi gezmeden önce bir kafede oturmaya karar verdik. Orada bir süre daha dinlenmek isteyen İrem’i bırakıp denize girebileceğim en güzel noktayı bulmak için yürümeye başladım. Kumsalın bitiminden başlayan, rengarenk evlerin bulunduğu yamaç ilgimi çekti ve dümeni o tarafa çevirdim. Merdivenlerden tırmanıp yamaç boyunca uzanan evlerin arasındaki küçük bir patikada ilerlemeye başladım. Hintişi eşyaların satıldığı karşılıklı tezgahlar vardı. Küçük bir pazar yolu gibiydi. Tabi daha güzel manzaralı ve rengarenk.
Satılan eşyaları görmesem kendimi güney İtalya ya da Portekiz’de tur atıyormuşum gibi hissedebilirdim. Patikanın sonunda da başka bir koya vardım. Günün sürprizi oldu. Burada deniz hem daha sakindi hem de arka tarafta küçük bir lagünü vardı.
Hemen İrem’i alıp buraya geri gelmek için dönüş yoluna geçtim ki ‘Şuradaki sokak nereye gidiyor acaba?’ dememle yine dağıldım ve ancak 1 ya da 2 saat sonra İrem’in yanına varabildim.
Tabi bu arada da hiç denize girmedim.
Akşamüstü olmuştu, önce küçük bir Arambol turu atıp tekrar kumsala indik. Bu arada ben de yola çıktığımızdan bu yana peşinde olduğum ateşli poilere en sonunda kavuştum. Çetin pazarlıklarla... Yeni oyuncağımla oynamak için sabırsızlanıyordum.
Kumsal her türlü insanla doluydu gün batımını izlemek için gelen. Hollahop çevirenler, kafasında şeffaf bir küreyle dolaşanlar, sopa çevirenler, yoga, tai-chi, meditasyon yapanlar, kulaklarında kulaklık çılgınca dans edenler... Doğru yeri bulmuştuk en sonunda, rahat rahat takılıp kimsenin yadırgayan gözlerle bakmayacağı.

Konser görüntüleri...
Hava karardıktan sonra kumsalın diğer tarafından müzik sesleri gelmeye başladı. Tabi biz de hemen aksiyonun olduğu yöne hareket ettik. 3 kişi djembe ile müthiş bir ritm tutarken, 1 kişi de gitarla eşlik ediyordu. Etraflarında deli gibi dans eden en azından 30 kişilik bir grup vardı. Tam yanlarına çömeldik ki bir çocuk da trompetle müziğe katıldı. Herkes bir şekilde gruba dahil oldu, danslarıyla, ayaklarıyla ritm tutmalarıyla, kahkahalarıyla, ateş danslarıyla, ortamla bütünleşen ruhlarıyla...
Arambol’un içine döndüğümüzde karşımıza bir barda tabla ve perküsyon dinletisi çıktı. Keyif içinde orada da zaman geçirdikten sonra odamıza döndük. Oda demek tabi biraz güç, daha ziyade tek odalı küçük bir bungalow. Her zamanki gibi, her yeri dökülüyordu.
Rusların yılbaşısı olduğu için etraftan geç seslere kadar bağrışma, çağrışma, gülüşme, ‘dasdrovye’ çığlıkları geldi. Bizi uyandırdı diyemem zira biz uyanıktık. Buraya sabah gelirken ufak bir ayrıntıyı yanımızda getirmeyi atlamıştık; uyku tulumlarımızı. Geceyarısını geçmesiyle gözlerimizi ürpermeden ziyade ‘titreme’ ile açtık. O kadar üşüyorduk ki ne yapacağımızı şaşırdık. Yanımızda olan tüm tişörtleri üstüste giymemiz hiçbir anlam ifade etmedi. Sabahı sabah ettik. Belki biraz sıcaklık yayar diye bilgisayarımı dahi açıp kafamın üstüne dayadım, tabi ki işe yaramadı. En sonunda saat 5’e gelirken İrem yüzükoyun dizlerini başına çekip top vaziyette, bense ayaklarım çantamda, kafam yastığa gömülü, çantanın hemen üstünden başlayıp kafamın üzerine uzanan pareonun altında uyuyakalmışız. Uyanınca tabi kendimizi kumsala atıp güneşin altında uyukladık. Akşam üzeri oradan ayrıldığımızda üşümemiz geçmişti.
Vagator’a gitmek üzere aktarma yaptığımız Mapusa’da İrem biraz fotoğraf çekmek için kaldı. Bense eve döndüm ve kendimi hemen duşa attım. Ertesi gün Panaji’yi keşfedelim diyorduk ama sabah uyandığımda kolumu bile kıpırdatamadığımı fark ettim, İrem gitti, bense tüm günü yatakta geçirdim ve ancak ertesi gün toparlanıp ‘Old Goa’ya gidebildim.
Old Goa, 16. ve 18. yüzyıllar arasında Doğu’nun Roma’sı olarak bilinen, ancak 1835’lerdeki kolera ve sıtma salgını dolayısıyla şehrin terkedilmesinden ötürü 1843 yılında başkent ünvanını Panaji’ye kaptırmış, birkaç kilise ve katedralin bulunduğu turistik küçük bir kasabaydı. Pazar günü gittiğimiz için hemen hemen tüm kiliselerde ayin vardı ve Goa nüfusunun %24’ünü oluşturan Hıristiyan topluluğun da büyük bir kısmı bu ayinlere katılmak için buraya gelmişti.
Daha önceki Avrupa gezilerimizden zaten birçok kilise ve katedral görmüştük. O yüzden bize pek farklı gelen birşey olmadı. Buralara Hindistan ve Hint kültürünün etkisini merak ediyorduk, ama tek etkisinin Hıristiyan Hintlilerin bu ayinlere katılımı olduğunu gördük. Bir de Bom Jesus olarak anılan kilisenin adının Bom Shiva’dan geldiği konusunda umudumuzu koruduk.

Arambol sahili
Eve döndüğümüzde İrem’in Bollywood kariyerinin başlamadan bittiğini anladık. Yeni yıl sabahı kumsala tek başına gittiğinde yanına bir Hintli adam yaklaşmış, filmde rol alıp almayacağını sormuştu. Günde 1500 rupi verdiklerini söylemişlerdi. Bu rakamın buradaki yaşantımızı oldukça kolaylaştıracağı düşünülürse, tüm hafta boyunca adamla telefonda konuştuk; ne zaman başlayacak, nerde çekilecek vb. hakkında. Hatta işe ben de talip oldum. Ama adamdan ses soluk çıkmayınca en sonunda böyle bir filmin olmayacağına ikna olduk. Bollywood hikayemizin bir sonraki durağımızda yazılması umuduyla tekrar yola düşmeye ve Kuzey Goa’dan ayrılmaya karar verdik. Yeni güzergahımız Güney Goa’daki Palolem idi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder