27 Ocak 2011 Perşembe

Varkala’da planlar değişir, rahat ol! VARKALA - HİNDİSTAN

Gece vardığımız pansiyonu ancak sabah görebildik...
27 Ocak 2011
Hava kararmak üzereydi ve çok yorulmuştuk. Bulduğumuz ilk pansiyona yerleştik. Kerala eyaletinin kendi misafirhanesiydi. Resepsiyondaki görevlinin ukalaca ve sinir bozucu tavrına rağmen o gece orada kalmaya karar verdik. Aklı sıra bize iyilik yapıyordu. Yarın sabaha odanın rezervasyonu varmış da o yüzden sadece bir gece kalabilirmişiz ve sabahın 8’inde odayı boşaltmamız gerekiyormuş... Bu cümlenin doğruluğuna şüphem yoktu, şüphem verdiğimiz odanın parasının devletin kasasına mı memurun cebine mi gideceği konusundaydı. Zira eyaletin neresine gittiysek bizden nerdeyse ikametgah bile istenmişken burada ne hikmetse adımızı bile soran olmadı. Ama ne demişler, köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı diyecektik.
Bir duş alıp dışarı çıktık. Karanlık olduğu için pek fazla bir şey görmek mümkün değildi. Okuduğum kitaba göre sahil kısmı ve yamaç kısmı vardı. Yamaç kısmında tezgahlar, barlar ve restoranlar yer alıyordu. İki tane de kumsalı vardı.
Birşeyler içmek için yamaç kısmına tırmandık. Hayat vardı. Canlılık vardı. İnsanlar vardı... Hatta burası Hindistan’ın en turistik yeriydi. Goa’dan bile kalabalıktı ve turistlerin profilini incelediğimde daha derli toplu, entellektüel tiplerin olduğunu gördüm. İyi hissettim.
Sadece pahalıydı. İçki de yasaktı. Dolayısıyla barlar ve restoranlar el altından içki satıyordu. İçki içmeyi en azından o gece düşünmediğimden beni fazla rahatsız etmedi.
Burada 2 gece kalmayı planlıyorduk. Ardından da daha güneye inecektik.
Yorgunluktan sesimiz soluğumuz kesilmiş olarak odaya dönüp yatağa girdiğimiz gibi sızdık. Sabahın köründe kalkıp çantalarımızı resepsiyona bıraktık ve oda avına çıktık. Yolumuza çıkan her otele soruyorduk, değil geceliği 150-200 rupiye oda bulmak, çoğunda yer bile yoktu. Her adımda ümidimiz tükeniyordu ve sahile doğru yaklaştığımızda buranın muhteşem bir yer olduğunu görünce erkenden gitmek zorunda kalacağımızdan dolayı moralimiz de bozuluyordu. 
En sonunda çaresizlik içerisinde Allepey’de garsonun bizi yönlendirdiği arkadaşına gittik. Derdimizi anlattığımızda yakından ilgilendi ve hemen birkaç telefon konuşması yaptı. Yeri görmek için gittiğimizde sahibinin orada olmadığını öğrendik. İşimizin acil olduğunu, ona göre buradan gidip gitmeyeceğimize karar vermek istediğimizi söylediğimizde adama telefon açtılar. İrem oda için 250 rupiye 2 gece kalacağımız konusunda pazarlık yaptı. Bütçemizin çok üzerinde idi, ama kalmak çok istiyorduk en nihayetinde. Adam en sonunda razı oldu, kimseye bu fiyata verdiğini söylemeyeceğimize dair söz verdikten sonra. Ama tam telefonu kapatırken bu gece yemek yiyelim gibi bir laf edince İrem acayip sinirlendi ve ne demek istiyorsun diye bağrınca adam geri adım attı, ‘yok öyle birşey demek istemedim’ diyerek.
Başka bir seçeneğimiz yoktu, orada kalacaktık bir şekilde. Ama içim içimi yiyordu benim. Oldukça güvenli bir yerdi burası, Hintliler’e de ‘hayır’ dediğinde anlayıp geri çekiliyorlardı, fakat yine de biz büyük şehirden gelen 2 hatunduk ve insanlara güvenme konusunda oldukça problemliydik. İrem çantasını diğer pansiyondan akşam üstü alacağını söyleyerek plajda kaldı, bense biran önce taşınmak ve konuyu artık düşünmemek için yola düştüm. Yolda bir pansiyon gördüm ve biran şansımı denemek istedim. Sahibi önce 300 dedi. Bende ‘Teşekkürler, ama bizim o kadar paramız yok’ dedim. 200’e anlaşınca kendimle bir gurur anı yaşadım. Odayı görünce de çok mutlu oldum. Bu zamana kadar kaldığımız en düzgün oda olacaktı. Güzel haberi İrem’e de söyleyip eşyalarımı oraya taşıdım.
Sıra denizi test etmekte idi...
Ya da deniz beni test edecekti. Dalgaların büyük olmasının yanı sıra çok da güçlü bir akıntı vardı. O yüzden zaten devamlı sahilde cankurtaranlar bekliyor, devamlı düdüklerini çalarak insanları uyarıyordu: ‘Abla çok gittin, geri gel’, ‘Abi, canına mı susadın sen, görmüyor musun kumsaldaki bayrakları, hemen sınırların içine dön’...
Akşam üzeri gün batımından önce otele gidip temiz odamızda biraz zaman geçirmek istedim. Gün batımına doğru da bir cafeye gidip kendi kendime romantik dakikalar yaşamayı planlıyordum bilgisayarımla. Tam yamacın oraya vardım ki ne göreyim, benim Allepey tren istasyonunda görerek dibimin düştüğü çocuk, bana doğru yürüyor hem de... Yine gülümsedi bana, yine gülümseyerek o mükemmel dişleri ile dünyamı aydınlattı.
O gece, İrem’le daha güneye inmemeye karar verdik. 3 gece burada kalacaktık ve sonrasında doğaya vatani, pardon manevi görevimizi yapmak adına bir ay gönüllü çalışacağımız güney doğudaki Pondicherry yakınlarındaki Auroville’e gidecektik.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder