24 Ocak 2011 Pazartesi

Sabahın 4’ünde İsviçre Basel’in sokaklarında dolaşmak’tan çok daha farklıydı...COCHIN - HİNDİSTAN



On the bus, again...
24 Ocak 2011
Ooty’e gidip önce Coimbatore’ye, oradan da Kochi’ye geçecektik. Evin yakınlarındaki Mudumalai Ulusal Parkı’ndan saat 12 otobüsü ile gidecek iken Johnnie bizi Ooty’e kadar bırakacağını söyledi. Dolayısıyla gözlerimi açtığım güzel sabahı hiç telaş etmeden, sindire sindire yaşayabilecektim. Hintli çift erkenden kalkıp gitti. İşe yetişmeleri gerekiyordu. Biz de güzel bir kahvaltı hazırladık. Ne yapacağımızdan ve Johnnie ile ne zaman tekrar buluşabileceğimizden konuştuk. Benim fikrim mutlaka Laos ya da Vietnam’da bizi yakalamasıydı. En kötü ihtimalle de artık İrem ya da benim düğünüme gelecekti.
Toparlanırken İrem de ben de sessizdik. Gitmemiz gerektiğini biliyorduk. Buradaki zamanımızı doldurmuştuk. Hem yolların tozunu ve sandviçlerimizi özlemiştik. Yine terleme ve kirlenme vakti gelmişti...
Öğleden sonra gibi cangılı terk ettik. Ooty’ye vardığımızda son bir yemek yedik. Kocaman bir dosa. En sonunda iyi niyetler dile getirildi, teşekkürler edildi ve 4 gibi Coimbatore’e giden otobüse binildi.
3,5 saatlik yolculuğumuzu dağlar arasında yaptık. Manzara o kadar muhteşemdi ki burada olduğumuz için yine minnet duyduk ve kendimizi aldığımız karardan dolayı kutladık.
Şehre geldiğimizde, Kochi’de kalacağımız yere telefon açıp varacağımız saati bildirmek istediğimde gördüm ki yine bizim hat gitmiş. Türk telefonumuzdan mesaj attık bu sefer. Hesabımıza göre sabahın 4’ünde varacaktık, bu da bizim toplu taşıma araçlarının çalışmasını birkaç saat beklememiz gerektiği anlamına geliyordu. Neyseki evinde kalacağımız arkadaş, onu geldiğimizde hemen arayabileceğimizi ve bizi gelip alacağını söyledi. Sadece bize söylediği buluşma noktasına gidecektik.
Coimbatore’de Kochi bileti için önce yer rezervasyonu gerekiyormuş. Neyseki otobüste yer vardı ve bize hemen şoförün arkasındaki koltuğu verdiler. Otobüse bindiğimiz anda uykuya daldık. Gözlerimizi açtığımızda Kochi’nin karadaki kısmı olan Ernakulam’a varmıştık.
Kochi böyle bir şehirdi işte. Kara kısmının dışında adalardan da oluşuyordu. Adalar birbirlerine ve ana karaya köprülerle bağlanmıştı. Otobüsten indiğimiz anda sıcak hava çarptı yüzümüze. Dağlardan denize inmiştik ve hava değişimini hissettik.
Sabahın 3 buçuğuydu. Buluşacağımız nokta hakkında da hiçbir fikrimiz yoktu. İnsanlara sormaya başladık. Kimisi 3 km, kimisi 4 km diyordu. Herkes farklı yönler gösteriyordu. En sonunda otobüs terminalindeki bir görevliye soralım dedik. O da rikşa ile gitmemizin daha doğru olduğunu söyleyince ikna olduk. Memur, önce bir rikşa çağırdı yanımıza. Bu arada bizim gecenin o saatinde orada ne yapacağımızı öğrenmeye çalışıyordu. Ben de efendi efendi arkadaşımızla buluşacağımızı söyledim. Ancak bir anda etrafımızda 10 tane adam belirdi ve bizim o saatte kiminle buluşacağımız hakkında hararetli bir tartışma başladı. Tartışma uzadıkça uzadı ve tam ağlamak üzereyken müdahale ettim. ‘Bana sadece hangi yöne yürüyeceğimi söyleyin, bu yeterli olacaktır’ diye çığlık atınca, elleri ile karşıdaki caddeyi takip etmemizi söylediler. Biz de koşar adımlarla yanlarından ayrılıp karanlık yollara daldık.
Önümüze çıkan her kişiye yön soruyorduk. Önce bu saatte bu kadar karanlık bir yolda yürümekten tedirginlik duyduk. Ama sonra baktık ki etrafta tek tük gördüğümüz kişilerin hepsi eli yüzü düzgün, kibar görünümlüydüler. Hiçbir taşkınlıkları yoktu. İsviçre Basel’de sabahın 4’ünde uçağa yetişmek için yola düştüğümüzde rastladığımız Türklerin sarkıntılıkları bizi çok ama çok daha fazla tedirgin etmişti... Buluşma yerine vardığımızda aradık Hamad’ı ve beş dakika içinde gelip bizi aldı. Eve varır varmaz uykuya daldık. Muhabbeti de ertesi güne bıraktık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder