26 Ocak 2011 Çarşamba

Hindistan’da bir bayram sabahı yine yollardaydık...ALLEPEY - HİNDİSTAN

Tren manzaramız
26 Ocak 2011
Her ne kadar zorladıysak da fazla erken kalkamadık. İrem de biraz hasta olduğundan endişeliydim, yola düşüp düşmemek konusunda şüphelerim vardı. Ama İrem yola çıkabileceğini, gerçekten de iyi hissettiğini söyleyince daha fazla ısrar etmedim. Hamad bizi istasyona bıraktı. Backwaters turu için Alleppey’e gidiyorduk ve sadece birbuçuk saat uzaklıkta idi.
Tren, ilk defa boştu.  Muhtemelen festival etkisi. Gün Hindistan’ın kurtuluş günüydü ve her yer tatildi. Hala uykum vardı, gayet hintvari şekilde ayakklabılarım çıkarıp oturduğumuz sıraya uzandım ve uyudum, tam bir buçuk saat tatlı tatlı kendimden geçtim.  
İstasyondan şehrin merkezine gitmek için otobüse bindik. Kerala eyaleti turistik bir yer olduğu için yerel halk beyaz insana alışıktı ve kendimizi uzun süreden beri ilk defa artık hayvanat bahçesindeki maymunlar gibi hissetmeyi bırakmıştık. Şehrin merkezine yakın bir yerde inip oda aramaya başladık.
İlk girdiğimiz yer büyük öğrenci yurduna benziyordu, gri, sıvaları dökülmüş ve karanlık. Ben resepsiyondaki adamla pazarlık yaparken İrem odalara bakmak için yukarı çıktı. Adam 190 rupi istiyordu oda için, bense 150’ye indirme peşindeydim. Bana ukala ve oldukça sinir bozucu bir tavırla Hindistan’da 150 rupiye kalmamın imkansız olduğunu söyleyip yalancı olduğumu ima edince beynimden vurulmuşa döndüm. İrem odaya ölse bitse de orada asla kalmamaya karar vermiştim ki arkadaşım da o sırada gelip bana ‘hadi gidiyoruz’ işaretini verdi.
‘Fazla kasvetli idi, tabuta girmiş gibi hissettim’ dedi dışarı çıkıp merkeze doğru yürümeye başladığımızda. Uzun süre yürüdük, bir sürü yere girip çıktık, ya tiplerini ya da fiyatları beğenmedik. En sonunda bir tane turizm bürosu bulduk. Adamlara oda aradığımızı söylüyorduk, adamlar bize Backwaters turu satmaya çalışıyorlardı. En sonunda derdimizi dinlemeye karar verdiklerinde, birkaç telefon ettiler ve bize oda buldular, 300 rupiye. ‘Bizim o kadar bütçemiz yok ki’ deme çabalarımız sonuç vermedi, otel sahibi bir anda belirdi. Gene afakanlar basmıştı bana. Başladım biz en fazla 200 


Kanallar
rupi verebiliriz diye bağırmaya.Hepsi aynı anda gülmeye başlayınca orayı terk ettik. Nehrin kenarına oturup kara kara ne yapabilirizi düşünmeye başladık. Çantalarla etrafta oda aramak zor olduğundan bu işlemi vardiyalı yapmaya karar verdik. Artık 250 rupiye dahi razıydık zaten, 1 saatten fazla etrafta dolanıyorduk ve yorulmuştuk.
Önce İrem gitti. Yarım saate kalmadan geldi. Gözlerinde zafer ışıltısı vardı. 200’e bir oda bulmuştu. İşin komik tarafı pazarlık bile yapmamıştı. ‘Fiyatını duyunca o kadar şaşırdım ki yapamadım’ dedi. Gidince Palolem’de yaptığımızı yapacaktık, ben burun kıvırıp burada ancak 150’ye kalırsak kalırım diyecektim. Biraz da abartıp İrem ile tartışıyor gibi yapacaktık.
Ama bazı durumlar vardır ve bazı insanlar vardı. O insanların iç güzelliği, saflığı gözlerine ve yüzüne o kadar yansımıştır ki numara yapmayı, yalan söylemeyi imkansızlaştırır. Otelde odayı gösteren 16 yaşındaki çocuk da bu insanlardan biri idi. Bir cümle ettikten sonra gülmeye başladım ve oyundan direkt vazgeçip anahtarları aldım.
Öğleden sonra olmuştu. Backwaters turu yapmaya zamanımız kalmamıştı. O yüzden sadece dışarıya çıkıp kahve içmeye karar verdik.  Ama önce pasaportları kaydettirmemiz gerekiyordu. Her otele girişte binlerce soruyu cevaplamamızın yanı sıra Kerala’da bir de pasaportların fotokopisini istiyorlardı.Hem kaydımızı yapıyor hem de sohbet ediyorduk ki bu daha önce uğrayıp bize otel ayarlamaya ve tur satmaya çalışan devlet turizm ofisinden bahsetmeye başladık ve neden bu otelin ismini vermediklerini sorduğumuzda onların komisyonla çalıştıklarını, o yüzden sadece para aldıkları yerleri önerdiklerini söylediler. İrem ertesi gün oraya bir uğramaya karar verdi...
Allepey’in merkezinin pek çekici bir yanı yoktu açıkçası. Sadece şehrin içinden Backwaters adı verilen nehrin kolları geçiyordu, turlar da buradan yapılıyordu. Şehrin içinde kalmaktansa deniz kenarında kahve içmeye karar verdik ve otobüse binip 15 dakikalık mesafedeki sahile gittik.
Buranın sahil kasabası olmasına rağmen deniz özelliğinin fazla ön plana çıkarılmamasının nedeni bir bakışta anlaşılıyordu. Fazlasıyla düzensiz ve kirliydi. Yine de gün batımı denizin üzerinden olacaktı. O yüzden gözümüze ilişen muz bahçesi içerisindeki kafeye oturduk.
Nepal’den gelen garsonumuzla konuşurken onun Varkala’dan buraya geldiğini öğrendik. Yani bizim


Gün batımı
ertesi gün öğleden sonra gideceğimiz yerden. Bize kalabileceğimiz birkaç yer adı verdi. Bir de orada restoranı olan çok yakın bir arkadaşının ismini. Ona gidersek bize yardımcı olacağını söyledi.      
Yine muhteşem bir akşam üstü idi. Hindistan’a geldiğimden bu yana her güneş doğuşu ve batışı ertesi gün yaşamam için önemli bir neden olmaya başlamıştı. Zaten Johnnie’de yaşadığım aydınlanmadan sonra dünyaya ait her detay beni hayranlık içerisinde bırakıyordu. Anı yakalamak. Ne kadar zordu benim için. Şimdiyse sadece önümde kahvem, bilgisayarım, dostum, gün batımı, bana yardımcı olan bir Nepalli garsonun tebessümü hayatta her an aslında doğru noktada olduğumu kanıtlıyordu. Kaderimi yaşıyordum senelerdir inkar ettiğim, yaşamaktan çekindiğim. O yüzden mutluydum ve şükrediyordum...
Akşam otele dönerken sandviçler için yine ekmek aradık ve yine bulamadık. Artık bu ‘ekmek’ bulamama olayı beni eğlendirmeye başlamıştı, bir çeşit oyun olmuştu. Şehrin altını üstüne getirerek normal bir ekmek arama turu; Allepey ayağı.
Backwaters turları çok pahalı olduğundan nehirde dolaşıp bir tatlı huzur almak yerine devletin  Allepey’den kalkıp Backwaters’ı izleyerek Kottalayam’a giden tekneleri vardı. Normalde halkın gündelik ulaşım ihtiyacını karşılamak için kullandığı bu tekne yolculuğu 2,5 saat sürüyordu. İlki sabah 8’de idi ve biz de onu yakaladık.
Gecesi 5000 rupilik yüzen evler...
Kottalayam’a olan yolculuğumuz harika idi. Muhteşem bir doğa manzarası eşliğinde nehirden ilerliyorduk. Her 15-20 dakikada bir tekne derme çatma iskelelere yanaşıyor, yolcu indirip bindiriyordu. Nehir etrafında küçük küçük yerleşim alanları vardı. O yüzden bu teknelerin burada yaşayanlar için önemi büyüktü. Çocuklar okula, insanlar işe gitmek için bunları kullanıyorlardı. Nehir gerçekten de kalabalıktı. Tekneler, balıkçı tekneleri ve ‘yüzen evler’... Yüzen ev dedikleri, üzerini sazlık ve bambularla kapatıp içinde insanların gece rahat rahat kalabileceği, vakit geçirebileceği tekneler. Genelde turistik amaçlı ve oldukça lüks. İçinde ahçısı bile var. Hindistan’daki en pahalı turistik aktivite olarak geçiyor rehber kitapta. Geceliği 5000 rupiden başlıyor, teknenin büyüklüğüne, talep edilen hizmete ve pazarlık gücüne göre fiyatlar değişiyordu. İrem’le bir dahaki gelişimizde daha zengin olmaya ve en az bir gece bu evlerden birinde kalmaya karar verdik.
Kottalayam’a vardığımızda nehrin üzerinde sallana sallana geçirdiğimiz yolculuk dolayısıyla sersemledim. Aynı tekne ile geri döneceğimiz için iskelede beklemeye başladık. O sırada ‘beyaz’ bir ağır abi geldi, 50 yaşlarında, uzun beyaz saçlı, her tarafı dövmeli. Sigara içerken muhabbet etmeye başladık. Avusturyalıymış, ama İsviçre’de yaşıyormuş. Her sene de Hindistan’a gelip önce 1 ay kadar Goa’da kalıp ardından da geziyormuş. Abinin Almanca ile karışık aksanını anlamakta zorlanınca konuşmayı bitirip teknede uyumaya gittim.
5 saatlik tur gerçekten de çok uzunmuş. Artık son dakikalarda sıkıntıdan ne yapacağımızı şaşırmış halde idik İrem’le. Bir an önce varmak, çantamızı kapıp kendimizi Varkala’ya giden tren ya da otobüse atmak istiyorduk. Ama yol bitmiyordu bir türlü. Tekneye binen insanları inceliyor, fotoğraflar çekiyor, nehirde her gördüğümüze el sallıyor ya da nanik yapıyor, etraftaki tüm hayvanlara bakıyor, tekrar fotoğraf çekiyor, uyuyor, bisküvi yiyor ve bol bol ‘of’luyorduk.
Vardığımızda toprağı öptük. İrem sıkıntının da vermiş olduğu sinirle turizm ofisine gidip ortalığı dağıttı. Dünkü bize kaba davranışlarını ödetti diyelim kısaca. (Çok kanlı olmadı, ama bıraktığımızda şaşkınlığın en az 1 saat kadar suratlarında kaldığına eminim)
Otobüs durağının şehre uzak bir noktada olduğunu öğrenince Varkala’ya trenle gitmeye karar verdik. İstasyona girince önce biletlerimizi hallettik. Sonra da istasyonda su almak için etrafta dolanırken restoran gibi bir yere girince dünyanın 8. harikası ile karşılaştım. Bir masada oturuyordu. Uzun zamandır çok yakışıklı birisi ile karşılaşmadığım için çocuğun suratına bakakaldım. Tabi yukarıdakine içimden yine takdirlerimi sunarak. Gözlerimde kocaman ve siyah gözlüklerim olmasına rağmen artık nasıl kalmışsam, çocuk bana gülümseyerek selam verdi. Ben de gülümsedim. (Nasıl gülümsedim ben de bilmiyorum, genelde şaşkınlık içinde iken bir tepki vermeyi unuturum, büyüyorum herhalde) Sonra İrem’in koluna yapışıp ‘Gördün mü, gördün mü?’ diyebildim, malum sadece benim değil, canım arkadaşımın günü de güzelleşsin istedim.
Restorandan çıktığımızda nehir yolculuğunun yorgunluğu bir anda mucizevi bir gülümseme ile ortadan kalkmıştı. Hergün böyle bir gülümseme ile karşılaşsam herhalde Everest’e bile tırmanma enerjisini bulabilirim. 
Alleppey'de ilerlerken...

Tren geldiğinde kalabalıktı. Bindiğimiz vagon ise şans eseri ‘kadınlar koğuşu’ çıktı. Ülkede otobüslerde, trenlerde kadınlar için özel bölümler olduğunu daha önce okumuştum, ama uygulamada tanık olamamıştım. Kerala ilginç bir şekilde, ilginç diyorum çünkü komünist olduğu için, bu kuralların daha sıkı uygulandığı bir eyaletti. Otobüslerde de ön tarafta kadınlar, arka tarafta da erkekler oturuyordu. Gerçi işime gelmedi de değil. Ne olursa olsun kadınlarla olmak daha rahattı. Trene bindiğimizde koltukların üzerindeki bagaj bölümüne tırmanıp oturduk İrem’le. Yabancıların bu çılgın hareketi karşısında Hintli ablalar şaşırarak bizi uzun bir süre izlediler. En sonunda bir noktada ilgilerini kaybettiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder