12 Ocak 2011 Çarşamba

Ve gözlerimi geceyarısı açtığımda tavanda bir kedi bana gülümsüyordu... GÜNEY GOA - HİNDİSTAN

12 Ocak 2011
Sabah evden çok erken bir saatte ayrılacağımız için geceden Erkin ve Onur ile vedalaştık. Uyanır uyanmaz da yolluk kendimize bir sürü sandviç hazırlayarak beslenme çantamız ve biz yeniden yola düştük.
Gideceğimiz yer sadece birkaç saat uzaklıkta idi, ama yine de yolda olmak büyük bir keyif verdi. Hatta çantamın ağırlığı bile ilk defa bana batmadı. Evi ardımızda bıraktığımızda en sonunda ‘yolda’ olduğumuzu fark ettim. Bir ay sonrasında gelen bir aydınlanma... Geç idrak diyelim. O an geçmişimden ve İstanbul’dan artık sadece cismen değil, ruhen de kopma noktasında olduğumu gördüm. Arkama değil, yoluma bakıyordum artık. Yolun beni nereye götüreceği de pek önemli değildi, bundan sonra yolda nelerle karşılaşacağım, neler yaşayacağım, nelerle mutlu olup nelere üzüleceğim beni daha çok ilgilendirmeliydi.
Hindistan'a geldiğimizden bu yana ilk defa, otobüsün içinde ödeme yapmak yerine gişelerden bilet alıp Panjim’den Madgao’ya gitmek üzere otobüse bindik. Madgao’ya geldiğimizde 2 gün sonrası için Mysore’a tren bileti ayarlamak için İrem tren istasyonuna gitti, ben de çantaların başında bekledim. İstasyon uzak olduğu için gidip dönmesi 2 saat sürdü. Ama geldiğinde Palolem’e direkt giden otobüsü bulduk ve hemen atladık.
Bir buçuk saatlik bir yolculuk sonunda vardığımızda saat 3’e geliyordu. Önce bir yer ayarlayıp çantalarımızdan kurtulmamız lazımdı, sonrasında deniz sefası yapabilirdik. Sorduğumuz birkaç pansiyonun oda fiyatları bütçemizi çok aşıyordu. Fazla turistik bir yer olduğu için yaptığımız pazarlıklar da bir anlam ifade etmiyordu. Adamların 500 rupilik odaları için 150 öneriyorduk en nihayetinde. En sonunda bir adamla anlaştık, odaya 200 rupi verecektik. Odayı görmeye gittiğimizde ise şok olduk. Chennai’de kaldığımız oda bile bunun yanında saraydı. Pisliğini geçtim diyelim, duvarlarında delikler vardı ve çatı kirişleri de açıktı. Cibinlik yoktu. Duş denen şey ise kovaya doldurulmuş sudan ibaretti. Tuvalet zaten dışarıdaydı. Fazla seçeneğimizin olmadığını bildiğimizden bu harabede ancak 150 rupiye kalacağımızı söyledik. Adam da kabul etti. Zor bir gece olacağını tahmin ediyordum.
Kumsala indiğimizde gecenin ne kadar zor olacağını düşünmekten çoktan vazgeçmiş, güneşin tatlı tatlı beni sarması ile kendimden geçmiştim. Sahile eğilip denize reverans veren palmiyeleri ve hindistan cevizi ağaçlarıyla, altın rengi kumuyla, denizi ile bir cennetteydim.
O pis kovadan duş yapmamızın imkansız olacağını bildiğimizden denize kafamızı sokmadan girdik. Denizde boğuşmak zorunda olduğumuz dalgalar da yoktu üstelik. Bir hayalin gerçekleşmesi...
Artık kemerleri iyice kısma kararı aldığımızdan dolayı birkaç gün boyunca sadece sandviç yiyecektik. Beslenme çantamızla dolanıp duruyorduk o yüzden. En azından aç kalmıyorduk. Günde bir kere de bir restoranda soda ya da çay içme hakkımız vardı. Onu da akşama saklıyorduk.
Akşam olduğunda kumsaldaki bar ve restoranların hepsi sahile masa atmışlardı. Normalde sahilde ateş yakmak yasak olduğu halde kontrollü olduğundan dolayı restoranların ateş yakmalarına izin verilmişti. Ateş çevresinde oturup insanlar ya içiyor ya da yemek yiyorlardı. Canlı müzik duyduğumuz bir bara girip oturduk ve günün sodasını içtim, İrem de nane çayı.
Etrafta çok fazla yabancı vardı. Burada Kuzey Goa'dan daha fazla sayıda İngiliz ve İspanyol bulunuyordu, Ruslardan ve İsrailliler azdı. Hatta birkaç İtalyan’a dahi rastladık...
Keyifli bir geceden sonra odaya döndüğümüzde ışıkları söndürüp uyumaya cesaret edemedik. Gecenin karanlığında belirebilecek herhangi bir haşarat veya sürüngeni görmek hayati önem taşıyabilirdi. Gece boyunca asayişi kontrol etmek için birçok kez uyandım, bir keresinde ise nerden ve nasıl girdiğini kesinlikle anlayamadığım, tavan kirişlerinde salına salına yürüyen beyaz bir kedi ile göz göze geldim. Önce gelincik sandım, tabi uyku sersemi tavanda ne işi olabileceğini düşünmeden, renginin beyaz olduğunu da gözlerimi iyice açtığımda fark ettim. Birkaç saniye süren bakışmadan sonra odayı duvardaki bir delikten terk etti.
Sabah kalktığımızda gece boyunca her ne kadar birden fazla kez uyanmış olsam da güzel bir uyku çekmiş olmamızın şaşkınlığı içerisindeydim, acısız, böceksiz, yılansız ve akrepsiz bir gece keyfimi yerine getirmişti.

Yine de şansımızı fazla zorlamayalım dedik, çantaları odada bırakarak ucuz bir oda bulup bulmayacağımıza bakmak için kumsaldan Pantem’e doğru yürümeye başladık.
Hemen yan koya geçtiğimizde küçük bir cennetle karşılaştık. Ağaçlar, kayalıklar ve etraftaki renkli bungalovları ile masal diyarı gibiydi. Hemen fiyat sorduk ama tahmin ettiğimizden de fazla idi. O kadar huzur dolduk ki başka bir yer bulmak için uğraşmaktan vazgeçtik. Bir gün daha duşsuz idare edebiliriz dedik.
Tüm gün kumsalda yürüdük, kayalıklardan tırmandık, insanları izledik. Gece de başka bir barda çaylarımızı içerek günümüzü tamamladık.
Geceyi sağ salim atlattıktan sonra yine yol düşme vaktimiz gelmişti. Madgao’ya dönüp trenle önce Bangalore'ye, oradan da Mysore’a geçecektik...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder