9 Şubat 2011 Çarşamba

Daha da kötüsü olabilirdi tabi... AUROVILLE - HİNDİSTAN

9 Şubat
İkinci iş günümüzde 6’da kalktık. Meditasyon kısmı olmadığı için ilk işimizi yapmaya ormana gittik. Ormanda yeni ekilen fideleri suladık. Kahvaltı sonrasında ise bahçe sulama işimize başladık. Bu sefer hem 5 kişi olduğumuz hem de sistemimizi kurduğumuz için çabucak bitirdik. Hatta öğle yemeği öncesinde duş alacak zamanım bile oldu.
Yemek sonrası mutfağa gittim. Evvelki gece gösterimi yapan İsviçreli çocuk da mutfakta çalışmaya geldi. Girerken ‘Selamün aleyküm’ dedikten sonra ‘Tüm Türkler böyle selamlaşır!’ hükmünü dile getirince artık dayanamadım ‘Hayır, biz Türkler hep böyle selamlaşmayız, şehirde daha ziyade Merhaba ya da Selam deriz’ diyince çocuk şaşırdı ve ilk cümlesi ‘Türk olduğunu bilmiyordum, ben de büyüyünce Türk olacağım’ oldu. Yarı İtalyan da çıkınca hem İtalyanca hem İngilizce konuşmaya başladık. Mutfakta bizim ikimiz dışında 2 hintli, 1 İngiliz, bir İsviçreli daha, iki Alman vardı. 3 saat boyunca bize verilen patatesleri, havuçları, pancarları kesip durduk, güle oynaya. İrem kendini iyi hissetmediğinden bu süre boyunca yataktaydı. Gerçi ben de sabahtan bu yana 4 defa tuvaleti ziyaret etmiştim, ama dayanamayacak halde değildim. Muhtemelen yemek sistemimiz değişmişti ve vücut da dile gelip şikayetini bildiriyordu. Tam yemek işini bitirdik ki Geoffrey ziyaretimize geldi. Hem de bir paket bisküvi ile. İrem ile kendimize bisküvi ziyafeti çektikten sonra akşam yemeğini yedik.  Akşam yemeği  sonrası İrem mutfak temizleme işine gitti, bense ana bungalovdaki film gösterimine. Gerçi yarısında kaçmayı planlıyordum, kendimi yorgun hissettiğimden gidip yatacaktım. Ertesi gün öğlen Geoffrey gelip beni alacaktı. O zamana kadar kendimi toparlamayı umut ediyordum. Ancak gösterim sırasında yanlış yerde oturunca kaçamadım. Gerçi belgesel de ilgimi çekmişti. İnsanların vegan olmayı neden seçtikleri hakkında idi. Amerika’daki hayvan sığınıklarında kurtarılmış hayvanların arasında geçiyordu. O zavallı hayvancıkların hali içler acısıydı. Kötü muameleye maruz kalmışlardı hepsi. Ölmeleri bile daha iyiydi. Süt ve süt ürünleri, yumurta çiftliklerinde o hayvanlara yaptıkları acı vericiydi. Küçük bir kafesin içine tıkılmış 100’lerce tavuk, yukarı katlardan atılan inekler, işkence gören domuzlar... Mudumalai’de iken böyle bir barınağa biz de gitmiştik Johnnie ile. Zavallı eşeklerin daha iyi nefes alıp yorulmasın diye burunlarını kesmişlerdi...
Veganizm, bu tarzda hayvan istismarına karşı yapılan bir hareketti. Çok haklı bir nedenle olsa da savaşın bu şekilde olamayacağını düşündüm. Daha politik ve daha agresif olunmalıydı. Bir iki kişinin süt içmemesi, süt ürünleri ve yumurta yememesi ile olabileceğine pek inanmadım...
Bitkin bir şekilde yatağa gittim. Sabah ilk işe gitmemeye, kahvaltıya yardımcı olmaya karar verdim.
Sabah seremonisindeki üçüncü günümdü ve insanları kucaklamaktan çok mutlu olmaya başlamıştım. Tanıdığım tanımadığım, konuşup konuşmadığım herkesle sarılıyor ve kendimi iyi hissediyordum.
Kötü bir gece geçirmiştim, karnımda devamlı kramplarla. Tuvaletler de uzak olunca gitmeye üşenmiş sabahı sabah etmiştim. Ama uyandığımda iyi hissediyordum. Kahvaltı hazırlamaya gittiğimde yine de söyledim biraz rahatsız olduğumu. Bulaşıcı olabileceğini söyleyip beni yatağıma geri gönderdiler.
Odaya döndüğümde Gary’nin de yatakta olduğunu gördüm. O da sabahı sabah etmiş, tuvalete taşınıp durmuş. Salgın herhalde dedim. Muhabbete başladık. Daha Hindistan’ı gezmemiş, doğrudan buraya gelip çalışmaya başlamış. Zorluklarından bahsettim, nefret edip burayı terk etmek istediğim zamanlarda yaşadıklarımdan. Ama nasıl olmuşsa bu ülke kalbimde filiz vermiş, fark ettirmeden büyümüştü. Onun da bunları yaşaması gerektiğini söyledim, eşsiz bir tecrübe idi ve en önemlisi bu duvarların hemen arkasındaydı. Zorlu bir süreç yaşadığından bahsetti. 25 yaşında idi, bir sene evvelinde üniversite okumaya karar verdiğini, hazırlık için de bir koleje kayıt olduğunu söyledi. Bu kolej günlerinin birinde çok sevdiği sevgilisinden ayrılınca herşeyi askıya alıp kendini yola atmış. Karşımdaki çocuğun kırık kalbini gördüm bir an, çizgi filmlerden fırlamışcasına bir kare gözümün önündeydi. Hem kaçış hem de arayıştı onunkisi. Ben de seneler evvel bunu yaşamıştım, biliyordum, ama çözüm Sadhana’da değildi. Kendiyle barışması için önce kendini bulmalıydı...
Bir süre sonra ateşim yükselmeye başladı. Geoffrey’e mesaj attım ve öğleni beklemeden gelmesini rica ettim. Tuvalete gitmek için terliklerimi giyip uzun bir süre yürümek istemiyordum. Şanslıydım ki Geoffrey vardı yakınlarda, birkaç gün onda kalıp kendime geldikten sonra dönebilirdim buraya. Hem de erkek arkadaşımla da birkaç gün geçirmiş olurdum böylece...
Motorla beni gelip aldığında üzerimde kazak vardı ve çok üşüyordum. Bir süre sonra motoru durdurmasını söyledim, bayılacak gibi hissediyordum kendimi. Motordan inip yolun kenarına uzandım. Hemen yanıma bir Hintli teyze geldi, su getirdi, suyla yüzümü yıkadım. Yoldan geçen birkaç kişi durup yardım etmek istedi. Bir beş dakika sonra kendime gelir gibi oldum. Bir an önce eve gidip tuvalete girmek ve sonrasında da uzanmak istiyordum. Motora geri bindim. Büyük hata!
Kendime geldiğimde yerde yatıyordum ve gözlerimi açtığımda hala yaşıyor olmama cidden çok şaşırdım. Geoffrey bayıldığımı fark edince bir şekilde hem beni tutup hem de motoru durdurmuş. O yüzden hafif düşmüşüm. Ama yine de motorun üzerinde bayılınca ayaklarım kendini salmış ve bacağım da tampona bir süre sürtünmüş.
Sağ bacağım kötü yanmıştı. Acısını hissetmiyordum. Sadece yaşadığım için mutluydum. Yardım etmek için koşan yerel teyze ve amcalar beni gölgeye taşıyıp hemen bacağıma aloe vera sürdüler. Herkese minnet doluydum ve herkesi çok seviyordum. Geoffrey, bana gidip su alan abinin Tamilce ‘İyi olacak, kalbi çok güçlü’ dediğini söylediğinde taksi çağırmıştık. Hastaneye gitmem gerektiğini biliyordum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder