7 Şubat 2011 Pazartesi

Yardım istemek... AUROVILLE - HİNDİSTAN

7 Şubat 2011
Tekerlekli sandalyede yaşamanın en zor noktası her saniye birilerine ihtiyaç duymak. Sandalyenin üzerine çıkmak, sandalyeden inmek, merdivenlerden çıkmak, bir yerlere gitmek için çoğunlukla birisini çağırmak zorunda kalmak...
Gururun hiçbir faydasının olmadığı anlar bunlar. Her ne kadar Yuyu’nun ve Christelle’in kasaba içerisinde kullandıkları, kendilerine özel dizayn edilmiş, 3 tekerlekli motorsiklete benzer araçları olsa da uzak yollara gidemediklerinden o gece Mathilde ile birlikte taksiyle geldiler. Aracın bagajından sandalyeleri indirip binmelerine yardım ettik ve düz ayak içeri girilebilen bir bara girdik. Orada Fransızların deyimi ile birer aperatif aldıktan sonra canlı müzik yapılan barın en üst katına çıkmak istedik. Christelle de Yuyu da gitmek istemediler, bize onları çıkarmamızın külfet olacağını düşünüyorlardı. Onları dinlemedik ve sandalyeleri ile birlikte onları yukarı taşıdık.
Eğlence gerçekten de teras kattaymış. İnsanlar dans ediyor, yemek yiyor ve içiyorlardı. Biz de hemen katıldık ortama. Bir ara Christelle gözüme ilişti, sandalyesinin üzerinde mutluluk içerisinde dans ediyordu Mathilde ile, bir yandan da çevresindekilere bulaşıyordu. Yaşam enerjisine hayran kalmamak elde değildi. Bir Alman adamı yanımıza getirdi. 2 hafta sonra 2 senelik dünya turu bitiyormuş ve ülkesine dönüyormuş. Uzun uzun muhabbet ettik, seyahatlerimiz hakkında, birkaç kez bulunduğu İstanbul hakkında, Varkala’da Pondicherry’e gelmeden evvel ayrıldığı sevgilisi hakkında...
İçkinin etkisi ile bir noktada Mathilde bile yumuşayıp içini döktü bana. Bayağı zorlu bir boşanma süreci yaşamış. Benden sadece 2  yaş büyüktü ve boyunca 2 çocuğu vardı. O çocuklu bir kadın olmaktan yakınıyordu, bense çocuklarının güzelliğinden ve hayatı boyunca hiç yalnız kalmayacağından bahsediyordum.
11 gibi oradan ayrıldık ve Hint diskosuna gittik. Ancak hayat burada erken bitmişti. Çoktan kapanmış olduğunu görünce eve döndük.
2 aydan bu yana İrem’siz ilk defa bir gece geçirmiştim. Arkadaşımı özlemiştim.
Ertesi gün Sadhana’ya döndüğümde hasret giderdik tabi ki. Benim yokluğumda insanlarla muhabbet etmiş, yoga yapmış, incik boncuk dizme workshopuna katılmış.
Güneş enerjisi panellerle elde ediliyordu....
Hala Sadhana’da fazla zaman geçirmediğim için yabancılık çekiyordum, ama yakında bunun değişeceğine emindim. Yolun çekingenlik hastalığımı tedavi ettiğini hissediyordum. Belki ertesi gün diyerek Pazar gecesi işlerin dağıtımının yapıldığı toplantıya katıldım. Sabahlar ikiye ayrılmıştı, ilk partide herkes ormana gidip dikime, sulamaya yardımcı oluyordu. İkinci partide ise farklı işler bulunuyordu, mutfağa yardım etmek, kamp alanındaki bahçeleri sulama, temizlik malzemelerinin doldurulması, revirin düzenlenmesi, sabah insanların uyandırılması vb.
Ortak alan...
İş dağıtımı öncesinde herkes bir çember oluşturup kendisi ve haftasının nasıl geçtiği hakkında konuşmaya başladı. Daha sıra bana gelmeden sıcak basmaya başlamıştı, kalbim de 8/9’luk çalıyordu. Bir an kaçmayı düşündüm, ama bu sefer de fazla dikkat çekecektim. Herkesin konuşması ‘çok mutluyum’ ifadesi ile başlıyordu ve herkes neden mutlu olduğunu açıkça dile getiriyordu. Toplumun özellikle bir topluluk önünde duyguların ifadesinin bir zayıflık göstergesi, bir ayıp olduğunun dayatması ile senelerce yaşamış biri olarak bu açıklık beni hayrete düşürdü ve bir yandan da rahatlattı. Çünkü kimse güçlüyü oynamak zorunda değildi, ben de değildim.
Sıra bana geldiğinde ismimi söyledim önce ve benden önce İrem konuşmuş olduğundan ve isminin telaffuzunun zor olduğundan bahsettiği için ben de ondan kopya çektim. Sonrasında da söyleyecek fazla birşey olmadığını, daha yeni geldiğimi ve burayı tanımaya çalıştığımı dile getirdim. ‘Artık haftaya dinlersiniz uzun süreli nutkumu’ diyerek sıramı savdım ve hafifledim.
Sulama alanı
İş dağıtımında İrem ile birbirimizden habersiz bahçe sulamaya ellerimizi kaldırdık. Listedeki işlerden tek anladığımız buydu. Bir de cidden su ve toprakla oynamak istiyordum, çok özlemiştim.
Lavabolar :)
Sabah 5.30’da ellerinde gitar ve dijanbe ile etrafta gezip şarkı söyleyenler tarafından uyandırıldık. Saat alarmından çok daha az sinir bozucu olduğu kesindi.  6 gibi herkes ana bungalovun önünde toplandığında bir çember oluşturduk. Birkaç ‘güne merhaba’ deme hareketi yaptıktan sonra hep beraber şarkı söyledik. Sonrasında da ‘kucaklaşma’ faslı başladı. Tanımadığım insanların bana dokunmasından ve tanımadığım insanlara dokunmaktan hiç hoşlanmadığım düşünülürse bu kucaklaşma faslının benim için işkence olacağını tahmin ediyordum. En acısızı tanıdıklarıma, bir iki kelime ettiklerime yönelmek olacaktı. O yüzden Arjantinli Rosio, Japon Kazuki’ye sarıldım ve bir anda yok oldum. Ama hiç de fena hissetmedim doğrusunu söylemek gerekirse. Güzel bir enerji almıştım sanki... Garip hem de çok garip, bu gidişle yakında masaj bile yaptırabilirdim belki de...
Pazartesi günleri ‘uyanma ritüeli’ sonrası meditasyon zamanıydı. 45 dakika boyunca insanlar hep birlikte oturup ya meditasyon yapıyor, meditasyon yapmayanlar da sessizce oturup kitap okuyorlardı. Bundan haberim olmadığı için kitabım yanımda yoktu, bu yüzden ben de meditasyon yapmaya çalıştım. Yine beşinci dakikada kafama üşüşen düşüncelerden ve en önemlisi de popomun acımasından dolayı vazgeçtim. Etrafı izlemeye başladım. Herkesin suratını ve etraflarına sardıkları enerjileri. Birkaç kişi dikkatimi çekti. Bu insanlarla kesinlikle muhabbet etmeyi kafama koydum.
İşe başlamadan evvel önce ne yapacağımız bize uzun uzun anlatıldı; hangi bitkileri her gün sulacağımız, hangi bitkileri gün aşırı sulacağımız, hangi bitkileri haftada bir sulayacağımız, suyu ve hortumu nerden alacağımız vb.
Tuvaletler
Bahçe sulama işinde aslında beş kişiydik, ama 2 kişi hasta olunca sadece 3 kişi kalmıştık, İrem, ben ve Kanadalı Aaron. Kahvaltı sonrası işe koyulduk. Hortum çok ağırdı ve en az 3 kişi gerekiyordu taşımak için. Bir de üstüne üstlük hepimiz ilk defa yaptığımız için bu işi, hiçbir sistemimiz yoktu. Durum böyle olunca işi ancak 1 gibi bitirebildik.
Çamur içinde kalmıştım, ama çok keyifliydim. Özlem gidermiştim toprak anayla. Kendimi çalışırken yine kaptırmıştım. İşte benim de meditasyonum buydu, hem popom da acımıyordu.
Yemeklere bir türlü alışamamıştım. Sanırım hayatım boyunca vegan olamayacaktım. Pek yavan gelmişti, yağsız, tuzsuz, baharatsız. Zaten yemeğe de tonlarca tuz ekliyorduk. Ertesi gün öğleden sonra mutfakta akşam yemeğine yardım edecektim. Yemekleri nasıl yaptıklarını merak ediyordum.
Akşam, biri İsviçreli diğeri Belçikalı 2 çocuğun bisikletle ülkelerinden çıkıp Hindistan’a gelmelerini konu eden bir fotoğraf gösterimi oldu. Sürpriz! Çocuklar en fazla zamanlarını Türkiye’de geçirmiş ve Türkiye’ye ve insanımıza, insanımızın misafirperverliğine aşık olmuşlardı. 100’lerce Türkiye fotoğrafı gösterdiler, İstanbul’dan çıkıp Karadeniz sahil şeridini izleyip Artvin’den güneye inmişler ve oradan da İran’a geçmişler. Çocuklarla hiç muhabbet etmediğimizden bizim Türk olduğumuzu bilmiyorlardı. O gece o gösteriyi izleyen ve daha önce ziyaret etmemiş olan herkes Türkiye’ye geleceğini söyledi. Biz de orada olursak bekleriz dedik.
Bir an durdum, onca Türkiye fotoğrafı gösterilmiş olmasına rağmen oraları özleyip özlemediğimi düşündüm. Hala daha düşünüyorum. Sri Lanka’da ve Hindistan’ın ilk günlerinde çok zorlanmıştım, ama şimdi üzerinden 2 ay geçmişti ve bağlarım kopmuştu. En önemlisi de yola çıktığımdaki Aslı değildim.
 





 



 



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder