22 Aralık 2010 Çarşamba

Hollywood’u duydunuz, muhtemelen Bollywood’u da.. Peki ya Collywood? CHENNAI - HİNDİSTAN

22 Aralık 2010
Sri Lanka’da geçirdiğimiz son geceden sonra sabah ezanıyla uyanıp yollara düştük. Ben erken yatmıştım, yeni bir ülke keşfine uykusuz başlamak istemiyordum, aksi takdirde fazlasıyla huysuz oluyorum. Ama İrem bayağı geç yatmış, bir sürü de iş halletmiş, en önemlisi de Hindistan’ın 28 eyaletinden biri olan Tamil Nadu'nın gideceğimiz başşehri Chennai’de bilgisayar bulabileceğimiz yerlerin bir listesini çıkarmış. Planımız, keşmekeş olarak duyduğumuz bu şehirde sadece bir gece geçirip alışverişlerimizi yapmış olarak en kısa zamanda batıya yol almak....
Tuktukla önce havaalanı otobüslerinin kalktığı yere gittik, hemen atladık bir otobüse ve bir saat sonrasında havaalanındaydık. Bir sürü kontrolden geçip check in işlemlerini de hallettikten sonra Duty Free’ye girdik ve cennete düştük; sigaralar o kadar ucuzdu ki... Hemen depoladık, muhtemelen yola çıktığımızdan bu yana ilk defa kendimi bu kadar mutlu hissettim.
Uçağa tam binerken yine kontrole girdik. Çantamın ön gözündeki çakmaklara takıldılar. Aylardır her yere taşıdığım, kalbimde özel bir yeri olan, gazı aylar evvel bitmiş penguenli çakmağıma el koyunca memur, isyan bayrağını çektim. Önce ne kadar yoğun bir duygusal bağımın olduğundan söz ettim, bir yandan da gazının olmadığını kanıtlamak için çakıp durdum. Ama inat edip alınca az evvel çantamda ararken görmedikleri diğer bir çakmağı da çıkararak masanın üzerine hokkalı bir küfür eşliğinde fırlattım. Gerçi bir an memura itaatsizlik ve saygısızlıktan allahın Sri Lankası’nda tutuklanır mıyım diye düşünmedim değil ama göz karardı bir kez.
Uçakta yerime oturduğumda hala söyleniyordum, ta ki hostes gelip yemek servisini yapıncaya kadar. 50 dolarlık uçak biletinin karşılığında böyle bir servis hiç beklemediğimden güzel bir sürpriz oldu ve yeniden gülümsemeye başlayabildim.


Yoldaki ablalar...
Aşağı yukarı bir buçuk saatlik yolculuk sonunda Chennai’ye vardık. Havadan bakılınca sadece derme çatma evler görülüyordu. Pek sevimsizdi açıkçası. Uzun bir pasaport kontrol kuyruğu sonunda sıra bize geldiğinde memur nerede kalacağımızı sordu. Genelde kontrollerde kasılırım, ama bu sefer rahat rahat henüz bilmediğimi söyledim. Şaşırdı tabi ki, “Birkaç otel ismi de mi bilmiyorsun?” diye sorunca artık, İrem’deki Hindistan rehberini elime aldım ve “Hadi şunu yazalım o zaman” diyerek rehberdeki otel listesinin en başındakini gösterdim. Artık resmi olarak Hindistan’daydım.
Şehir merkezine gitmeden evvel yol için biraz para bozdurmamız lazımdı. Döviz bürolarının birine girip birinden çıktık, 45 Rupi’nın 1 dolar olması gerekirken hepsi 40 diyorlardı. Meğer havaalanında kurlar hep düşük verilirmiş. Biz de minimum bozdurmamız gereken parayı sorup sadece 21 doları rupiye çevirerek tren istasyonuna doğru yürümeye başladık.
İlk dikkatimizi çeken herkesin Sri Lanka’lılara nazaran daha iyi İngilizce konuşmalarıydı. Sora sora treni bulduk ve bindik. Otellerin bulunduğu bölge olan Eggmore’da inip pasaport kontrolündeki memura da gösterdiğim o listenin başındaki otele gittik. Burada da ilgi odağıydık, yine tuktuk şoförleri önümüzü kesip duruyorlardı, ama burada ‘tuktuk madam’ yerine ‘otorikşa madam’ diyorlardı. 20-25 dakikalık bir yürüyüş sonrası otele vardık ve geceliği 300 rupiye odayı tuttuk. Hayatımda gördüğüm en pis yerdi. Odanın parasını ödemeden evvel odayı kontrol etmemiz gerekirdi elbet, ama sonuç pek değişmezdi, hem çok yorgunduk hem de diğer otellere gitmek için koca çantalarımızla en az yarım saat daha yürümemiz gerekirdi. Türkiye’den temiz çarşaf getirmiş olduğum için kendimle gurur duydum.
Biraz dinlendikten sonra merkez istasyona gidip bir sonraki durağımız olacak olan Hampi’ye tren bileti bakmak için çıktık. İşte o zaman Chennai denen bu şehir ile tanışmak zorunda kaldık. Merkeze yürüdükçe insanlar üstümüze üstümüze gelmeye başladı. Hindistan’ın bu en büyük 4. şehrinde yaşayan 6,5 milyon insanın hepsinin sokaklarda olduğuna karar verdik. Çılgınca giden tuktukları, kapılarından bir sürü insanın sarktığı otobüsleri, bisikletleri, motorsikletleri, mobiletleri, arabaları ve yolda giden inekleri ile tam bir cehennemdi. Tabi nerden geldiğini anlayamadığım ama şehre sinmiş bir sidik kokusu da çabası. Naif düşüncem ineklerin ve sokak köpeklerinin pisliği olduğuydu, ancak sonrasında öğrendiğim şok edici gerçek beni bu şehirden ve malesef Hindistan düşüncesinden soğuttu. İnsanlar sokakları şahsi tuvaletleri olarak kullanıyorlarmış. Günümüzde 1 milyardan fazla insanın yaşadığı bu ülkede 3700 şehir ve büyük kasabadan yalnızca 17’sinde atıklar nihai bertaraf işleminden önce lağım işlemlerinden geçirilmekteymiş. 22 gecekondu mahallesinde yapılan bir araştırmada, bu mahallelerden 9’unda hiçbir tuvalet tesisatı olmadığı, 10’unda ise 102.000 kişiye 19 tuvalet düştüğü ortaya çıkmış. Bir yanda IT, bilim, tıp, edebiyat ve film sektöründe dünya ile yarışan, bir yandan da fakirliğin en içler acısı halini göz yaşartıcı örneklerle gözler önüne sunan dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden Hindistan...
Tabi olayın bir de kadın boyutu var. Kadınlar için gündüz vakti hacet görmek imkansız. Ancak gece

Otobüs manzaraları...
çökünce gruplar halinde tuvaletlerini yaparak cinsel taciz ve tecavüzlerden korunmaya çalışıyorlarmış. Hatta çoğu kadın tuvalete gitmek zorunda kalmamak için gün boyu hiçbir şey yemeyip içmiyormuş. (Kaynak: Hindistan Günlüğü – Aylin Sayın)
Her köşebaşındaki küçük tapınakları ile gündelik hayatla kutsalın birbiri içine geçtiği mistik dünyası, içlerindeki ruhu yansıttığına ve kendilerini kötülüklerden koruduğuna inandıkları, alınlarının ortasına kına ile çizdikleri üçüncü gözleri, muhafazakar yapıları, Bollywood filmlerindeki o neşeli dansları, rengarenk giyim tarzlarıyla bildiğim bu spiritüel toprakların gördüğüm bu yüzü, seneler boyunca söylendiğim İstanbul’a haksızlık ettiğimi düşündürdü.
Yol boyunca şehrin bu çirkin suratı bize eşlik etti. İstasyona ulaştığımızda turist ofisine gittik ve bilet sorduk. Memur amca en erken biletin 2 gün sonraya olduğunu söyleyince bu şehirde bir gece daha kalma fikrinden ürktüğümüzden yakınlarda gidilebilecek bir kasaba olup olmadığını öğrendik. Ertesi sabah erkenden 2 saat uzaklıktaki Mamallapuram’a gitmeye karar verdik. Elimizdeki son kalan 400 rupiyi bilet parası olarak verip para bozdurmak için bir banka bulmak üzere oradan ayrıldık.
Banka mı? Hem de akşam üzeri? Tüm kamu dairelerinin öğlen 2’de kapandığını öğrenince geceyi geçirmemizi sağlayacak kadar parayı ATM’den çektik. Goa’da evinde kalacağımız Onur’un tavsiye ettiği bir alışveriş merkezine gitmek üzere otobüse bindik, tabi milyonlarca insana sorduktan sonra.
Açtık ve kendimizi hemen bir restorana atıp ilk biryanilerimizi söyledik. Doyduktan sonra da gezmeye başladık. Gözüme bir bilgisayar kestirdim en sonunda ve çetin bir pazarlık sonucunda fiyatını da oldukça indirdim. Ama yine de emin olamadığımızdan Mamallapuram sonrasında buraya döndüğümüzde tekrar bakmaya karar vererek oradan ayrıldık. Bir süre otobüs bekledik, gelmeyince de yoldan tuktuk çevirdik. Öncesinde otelin yerini göstererek şoförle 50 rupiye anlaştık, ancak vardığımızda adam ‘yol daha uzun sürdü, ben diğer tarafta sanıyordum, o yüzden 70 rupi vermelisiniz’ gibi bir laf söyleyince bendeki şalterler attı. Tam olarak ne sıraladım hatırlamıyorum ama cümleyi ‘polise gidelim’ diyerek tamamlayınca 50 rupiyi aldı ve toz oldu.


Chennai - Ana cadde
Ölü gibi uyumuşum. Sabah 9’da odadan ayrılmamız gerektiğinden 8 gibi kalktık ve koca çantalarımızla yola çıktık. Önce istasyona gidip büyük çantaları emanete bırakıp küçük bir çantalar ile yolculuk yapacaktık. Yürümek istemediğimizden durakta otobüs beklemeye başladık. Gelen otobüslerin çok kalabalık olması ya da durakta durmamaları üzerine ben yürümeye karar verdim. İrem ise beklemeye... Yol boyunca yine sokakta yatan dilenciler, sağa sola işeyen amcalarla birlikte caddenin ortasında ellerinde çırpı süpürgelerle caddeyi süpüren, alt geçitlerde duvarları bezlerle silen teyzeler vardı: “Dokunulmazlar”. Kast sisteminin en altındakiler. Her türlü pis işten bu kastdışılar sorumluydular.
Okuduğum bir kitaba göre M.Ö. 1500 yılları civarında Doğu Avrupa’dan gelen Aryanlar Hindistan’ı ele geçirirler. Yerel halkın ve Aryanların birbirleriyle karışması üzerine tüm gelenekler ve inançlar birbirlerine eklenerek bugünkü çok tanrılı bir din olan Hinduizm doğar. Bu dinde en önemli ilke ‘Dharma’, yani insanların sosyal ve dini konumlarının gereği olan davranış biçimlerinden, dini uygulama tarzlarına kadar uzanan prensipler bütünü. Ölümden sonra cehennem veya lanetlenme söz konusu değil. Tekrar dirilişe inanılır, ta ki tanrı tarafından fark edilinceye kadar. İyi davranışları kişinin gelecekteki hayatını, gelecek hayatlarını ve bütün kişilik özelliklerini, yani kaderini belirler. Başa gelen kötülüklerden Tanrı sorumlu tutulmaz, sadece karmanın getirdiğidir. Daha derin ve içten dua edilirse Tanrı, kişinin karmasına iyi etki edebilir. Kast sistemi de bu inançla ortaya çıkmış. Gerçi bugün birçok eğitimli Hintli bu sistemin ortaya çıkmasının en önemli nedeninin sadece meslek gruplarını birbirinden ayırmak amacıyla kurulduğunu ama sonrasında sistemin yozlaştırıldığını söylese de halen gündemde. Hatta karması çok kötü olan, yani geçmiş hayatında çok fazla günah işlemiş olduğundan dolayı dünyada kast dışı olarak doğduğuna inanılan ve toplumun %20’sini oluşturan dokunulmazlar(parya) söz konusu olduğunda kast sistemini umursamayan eğitimliler bile hoşgörülerini kaybediyorlar. Dokunulmazların bir kısmı Hıristiyanlık geldiğinde bu zorbalıktan kaçmak amacıyla din değiştirmiş. Ancak yine de burada da ayrımcılık yapılmış, ayrı kiliselere konulmuş, ayrı ayinlere katılmışlar. Bağımsızlık sonrasında da dokunulmazlara yapılan yardımlardan da faydalanamamışlar.
Devletin bu soruna çözümü ise pozitif ayrımcılık adı altında alt kastları eğitim için desteklemek. Mesela üniversite girişlerinde alt kasta öncelik tanınıyor, yani bir anlamda bu insanlara kota tanınıyor. Ama tabi yine de üst kastların özellikle dokunulmazlara gösterilen bu tutumu sindirememesi söz konusu. Gerçi dokunulmazlar da hak mücadelesi adına bir takım örgütlenme çabasına da girişmişler. Hatta ‘Baskılanmış’ anlamına gelen Dalit Partisi’nden bir kadın 2007 senesinde Uttar Pradesh eyaleti seçimlerini kazanmış.
Yine de dokunulmazlar, dokunulmaz olarak günlük hayatta onlara verilen görevleri yapmak zorunda kalıyorlar, cadde süpürmek, duvarlardan sidik temizlemek gibi...
Yarım saat sonra bu düşünce balonu ile girdiğim istasyonun emanet bölümünde İrem ile buluşarak çantaları teslim edip banka bulmak üzere dışarı çıktık.
Her bankada para bozdurulamıyormuş meğerse... Bankanın ana merkezine gitmemiz gerekiyormuş. Biz de “peki” deyip başladık yürümeye. Gecekondu mahallesinden geçip dünyanın Londra’dakinden sonra 2. Büyük Mahkemesi olduğu söylenen, yuvarlak ve kırmızı kubbeleri ile Hint masallarını anımsatan Yüksek Mahkeme binasına geldiğimizde yapının ihtişamı ve az evvelki manzara arasındaki fark beni dehşete düşürdü. Vardığımızda yanımızda akan trafikten, gürültüden, yolda yürürken bile cep telefonlarından avaz avaz çalan Hint müziğinden ve açlıktan artık iyice sersemlemiştik. Banka yerine Thomas Cook’un döviz bürosuna girdik, elektrik yoktu ve beklememiz gerekiyordu. Ama pek de mühim değildi, en azından sokak gürültüsünden uzakta, kapalı bir mekanda idik.
Yanımızda oturan 40 yaşlarında İsveçli bir kadınla konuşmaya başladım. O da bizim gibi bir gün evvel gelmiş ve o gün de Mamallapuram’a geçecekmiş. İstifayı verip yola düşenlerdendi. Ama bizden farklı olarak onun rotasında sadece Hindistan vardı. Elektrikler gelip işlemlerimizi tamamladıktan sonra kahvaltı edecek bir yer bulduk, İrem samosasları keşfetti, bense meyvaya talim. Gelir gelmez yapmamız gereken ama üzerimize üzerimize gelen şehir yüzünden unuttuğumuz cep telefon hattı alma işini yapmak üzere bir mağazaya girdik. Alacağımız alt tarafı kontörlü bir hattı, ama yok pasaportun bilmem kaç sayfasının kopyası, yok fotoğraf derken ve fotoğraf yoksa çekme ve basma ücreti olarak bilmem kaç rupi istenince yine ben cinnet geçirdim. Lanet olsun sizin bürokrasinize deyip çıktım. Bu işlemi gerçekleştirmek için önce biraz huzur bulmam gerekiyordu. Bir Bollywood filmi belki iyi gelebilirdi, ama hayır, burası Chennai, burada Bollywood’a rakip Collywood vardı.
Belki huzur Mamallapuram’dadır diye umut ettim...

2 yorum:

  1. burada da yabancilardan pasaport fotokopisi istiyorlar telefon hatti icin :)
    hatta bi arkadas defter degil de surucu ehliyeti seklindeki pasaportu yuzunden alamamisti.

    YanıtlaSil
  2. hehe burada yazmayı unuttuğum bir detay var, foto da istiyorlar, yanında foto yoksa çekiyorlar ama bir de bilmem kaç rupi foto parası da alıyorlar. İşlerin esas kızıştığı nokta budur

    YanıtlaSil