7 Mart 2011 Pazartesi

Cehenneme dönüş... CHENNAI - HİNDİSTAN

7 Mart 2011
Her zaman söylediğim gibi yolda planlar değişebilir. Yalnız bu sefer değiştiğinde biraz üzüldüm. Nepal’e gitmek çok istiyordum. Ama İrem istemeyince kabul etmek zorunda kaldım. Sadhana’da daha fazla kalmak ve sonrasında da Rishikesh’e gitmek istediğini söyleyince hayal kırıklığına uğradım. Sadhana’da daha fazla kalması benim Pondy’de daha fazla kalmam ve onu beklemem gerekiyordu. Artık sıkılmıştım ve yolda olmak, Nepal’e doğru ilerlemek istiyordum. Normal koşullarda muhtemelen ben kendi planlarıma göre hareket edip hemen yola çıkardım. İrem ile de Tayland’a geçmek üzere sonrasında bir yerde buluşurduk. Ama bacağım hala iyileşmemişti ve bu yüzden yalnız seyahat etmeye çekiniyordum. Hastaneye tek başına gitmek, doktor peşinde koşmak, pansuman yaptırmak, ilaçları almak, hemşireleri uyarmak gerçekten de çok zor ve insan bir noktada kendini  ‘çok yalnız’ ve bu yüzden de ‘çaresiz’ hissederken buluyor. Yoldayken bu olumsuz düşüncelere ne gerek var ayol? Canın acıdığında elinden tutup acını bir nebze de olsa paylaşacak birinin olması gerekiyor cidden. O yüzden de yalnız yolculuk yapma fikrini aklımdan çıkarmak zorunda kaldım.
İrem’i beklemek zorundaydım ve bu fikirden de hoşlanmamıştım, her ne kadar Geoffrey’de kalmak ve onunla zaman geçiriyor olmaktan çok hoşlansam da yoluma gitmek istiyordum. Beni kara kara düşünmekten kurtaran yine Geoffey oldu. Benimle Nepal’e gitmesi imkansızdı, ülkeden çıkarsa prosedür gereği 2 ay geri giremezdi ve Mart’ın 16’sında Fransa’ya Hindistan’dan dönmesi gerekiyordu. Ama kuzeye gidebileceğini, uçağa da Delhi’den binebileceğini söyleyince çok mutlu oldum. Hemen haritalar çıktı ortaya ve en sonunda çöle gitmeye karar verdik; Rajasthan’a.
Geoffrey’nin uçağı Chennai’den kalkıyordu. Ama Delhi’de aktarma yaptığı için oradan da binebilirdi. Önce Chennai – Delhi uçağının gününü değiştirmemiz mümkün mü diye seyahat acentasına gittik. Bunu öğrenmemiz bayağı bir zaman aldı, Hindistan Havayolları sağolsun, bir türlü cevap veremediler. Sonuç itibariyle tarihi değiştirmenin cezasının çok fazla olduğunu görünce, ayın 7’si sabahında Geoffrey Chennai’den ekspres trenle Delhi’ye gitmeye karar verdi. Ben tren biletimi daha önce aldığım için 7’si akşamında biniyordum ve 9’u sabahı da Delhi’de olacaktım. Geoffrey bir gün evvel varacaktı ve benim vardığım günün akşamı da Delhi’den beraber önce Rajasthan’da Jaisalmer’e ve Jodhpur’a gidip 15’inde Delhi’ye geri dönecektik. İrem ile de zaten aynı gün Delhi’de buluşacaktık.
Kodai’den döndüğümüzde hemen hazırlıklara başladık. Geoffrey’nin yapması gereken bir sürü alışveriş, veda etmesi gereken bir sürü insan vardı. Benim ise sadece homeopati uzmanını son kez görüp duasını almam yeterli olacaktı. Marika, yaramı temizleyip iyi olacağımı, ama fazla zorlamamı söyledi. Yine yola düşeceğim için duyduğum sevinçten dolayı bir sevgi böceğine döndüğümden dayanamayıp kadını kucakladım.
Pazar gecesi artık en son Yuyu’ya ve Christelle’e de güzel bir yemekle veda ettikten sonra hazırdık. Geoffrey’nin kocaman bir valizi olduğu için Chennai’ye taksi ile gidecektik. O sabah 6’da trenine binecek, bense tüm gün Chennai’de oyalanıp ancak akşam 7’de Delhi yolculuğuma başlayacaktım. Koca bir günü Chennai’de geçirecektim, Hindistan yolculuğuma başladığım ve beni Hindistan’dan anında soğutan o cehennemde...
Sabahın 5’i gibi şehrin içine girdiğimizde fazla bir trafik yoktu, şehrin artık ne tarafından giriş yaptıysak o başlangıçta gözlerime, burnuma, kulaklarıma inanmakta zorlandığım hiçbir şey yoktu ortalıkta. Sahil kenarında yürüyüş yapan çiftler, işlerine giden insanlar, temiz sokaklar, trafik kurallarına uyan araçlar... Sanki Chennai’de daha önceki yaşadıklarımız, anılarımız, izlenimlerimiz büyük birer yanılsamaymış gibi. Daha gündüz olmamasına verdim. 
İstasyona vardığımızda Geoffrey ile birlikte önce benim çantamı emanete bıraktık. Benim trenime daha çok vardı ve tüm gün istasyonda oturuyor olsam da çantamla dolanmak istemiyordum etrafta. Birkaç sigara içip birkaç şişe yolluk su aldıktan sonra Geoffrey’i trene bindirdim, Haydarpaşa Garı gibi olmadığı için pek romantik bir veda olduğunu söyleyemeyeceğim. Sadece ‘Hadi 2 gün sonra görüşürüz’ cümlesinin el sallama ile noktalanması şeklinde ifade edilebilir, öpücük bile yollamadan.
Geoffrey de gidince cehennemde geçireceğim koca bir gün bana kaldı. 3 saatlik uykuyla ayakta durmaya çalışıyordum ve bu da işleri daha da zorlaştırıyordu. İstasyonu ilk ziyaretimden aklımda kalan ve nefes alabildiğimiz tek yer olarak hatırladığım bekleme salonuna gittim. O salon bile bir farklı geldi bana bu sefer, hatta balkonundan baktığımızda gördüğümüz keşmekeş manzaradan eser yoktu. Herşey tanıdıktı ve herşey olmadı gerektiği gibiydi.
O an fark ettim, cehennemim artık yoktu. Çünkü ben alışmıştım. O düzensizliğe, kirliliğe ve hatta sidik kokusuna... Bu ülkede 3. ayım bitiyordu ve ben bu ülkenin ilk başta bana itici gelen herşeyine alışmış ve komik bir şekilde de benimsemiştim. Artık yabancı olmadığımı biliyordum ve yabancı olmadığım için de mutluydum. Fark ettirmeden Hindistan benim içimde büyümüştü. Kabullenmiştim, kabullendiğim için de sevmiştim.
Gün çabucak geçti. Tren saati gelip trene bindiğimde hemen üst ranzaya kuruldum. Daha kalkmasına 10-15 dakika vardı ki uyuya kaldım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder