16 Mart 2011 Çarşamba

Delhi bir durak sadece... YENİ DELHİ - HİNDİSTAN

Pahan Ganj
16 Mart 2011
Sabah tren istasyonuna vardığımızda şu son 3 ay boyunca hayatımda demediğim kadar çok ‘Hayır’ demiş olduğumu fark ettim, rikşa şoförleri sağolsun. Her tondan hayır demişliğim oldu; en tiz, en bas, sadece kafa sallayarak, Türkçe küfürle süslü, sert şekilde, yumuşakça, akla gelebilecek her tarzda, bir tek orta parmağımı göstermedim, tabi henüz... Jim Carrey’nin ‘Yes Man’ isimli bir filmi vardı, o film burada çekilse idi muhtemelen baş karakter her rikşaya binmek zorunda kalırdı. İnsanları çirkin bir tavırla reddetmekten hoşlanmıyorum, ama burada o kadar üstüne geliyorlardı ki sadece bağırdığında seni rahat bırakıyorlardı. Bir de trende geçirilen bir gece sonrasında uyku sersemliğini bile daha atmadan üstünden yüzlerce rikşacı üzerine üzerine geldiğinde insan bazen kendini kaybedebiliyor tabi. Mesela ben en sonunda ‘Sizden nefret ediyorum, neden bizi rahat bırakmıyorsunuz, binersek bineriz zaten ama sadece yürüyoruz’ şeklinde infilak ettim. Karşımdaki şoför bunun üzerine sadece içten bir şekilde özür dileyip uzaklaşınca sinire ve sersemliğe eklenen vicdan azabı vücudumdaki tüm enerjiyi çekip götürdü.
Geoffrey’nin Hindistan’daki son gecesi olduğundan güzel bir otelde kalmayı istiyordu. Şehrin merkezine geldiğimizde Hindistan’da kaldığım en lüks otele kaydımızı yaptırdık. Odada televizyon bile vardı, hemen haberleri açtık. Japonya’daki tsunami felaketi üzerine eklenen radyoaktif sızıntı. Bazen yol, rotasını kendi belirliyor, Japonya’yı  güzergahımızdan çıkardık ve başka bir bahara bıraktık. Aksi takdirde annemden cidden çok papara yerdim.
Otel manzarası
Kendimi o kadar yorgun ve halsiz hissediyordum ki tüm gün yataktan çıkmak istemiyordum. İrem saat 10 gibi odaya geldiğinde de beni cansız ve suratı asık bir şekilde buldu zaten. Onca güzel yer gördükten sonra arkadaşımın karşısına bu şekilde çıkmaktan utandım, ama cidden kötü hissediyordum. Yeteri kadar haber izledikten ve durumlara üzüldükten sonra hep beraber çıkıp önce doktora gittik. Doktor, yaramı iyi gittiğini ve enfeksiyon izinin olmadığını söyleyince biraz daha rahatladım. Yemekten sonra Geoffrey ile ben odaya döndük, İrem de Delhi’yi keşfetmeye gitti. Akşam İrem’i misafir eden çocuk ve arkadaşlarıyla buluşup bara gidecektik.
Biraz uyuyup kendimize geldikten sonra dışarı çıkıp Geoffrey’nin son alışverişleri için ona eşlik ettim. Sonrasında bara gitmek üzere hazırlandık. Gel gör ki moralim çok bozuldu, zira 1 ay boyunca yattığımdan dolayı kilo almış olduğumu fark ettim, en sevdiğim tulumuma sığmıyordum.
Bara vardığımızda ‘Bayanlara özel gece’ olduğundan içkilerin ücretsiz verdiklerini görünce neşem yerine geldi. Bar, şehrin diğer kısmında kalıyordu ve gayet güzeldi. İngiliz publarını anımsatıyordu. Uzun zamandır yüksek volümlü İngilizce müzik çalan bir bara gitmediğimden ilk başta paralize oldum. Bir sürü Hintli vardı, içki ve sigara içen. Yolda gördüğüm kadınlardan farklı olarak sarisiz ve saçları açık, bol makyajlı. Hatta içki ve sigaranın dinlerince yasak olduğu ve çok muhafazakar olarak bildiğim türbanları başında birçok Sikh de vardı içeride. Tipik bir rock bardı, güzel müzik çalıyordu ve hemen herkes dans ediyordu.
Tabi hemen İrem’le barda yerimizi aldık ve beleş içkilerimize kavuştuk. Bacağımı fazla zorlamak istemediğimden dans pistinde fazla yer almadım, bir köşeye çekilip muhabbet ettim. İrem’i evinde misafir eden Vid’le konuştum. IT’ci. Gördüğüm en uzun Hintli’ydi. Kendisi için boyunun bu kadar uzun olması bu ülkede bir dezavantaj olduğunu söyledi.
Gece 12 gibi otelimize geri döndük. Sabah 9’da Geoffrey’nin havaalanına gitmesinden sonra İrem ile Rishikesh tren biletlerimizi halletmek üzere istasyonda buluşacaktık.       



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder