20 Mart 2011 Pazar

Ölmeye ölmeye geldik, Varanasi’de yakılmaya geldik! VARANASİ - HİNDİSTAN

20 Mart 2011
Susuz kaldık. Yanımıza sadece 1 litrelik su almıştık. Nasıl olsa trenlerde satılıyordu diye... Ama gel gör ki bayramlarda trendeki su satıcıları da bayram yapıyorlarmış. Durduğumuz her istasyonda İrem bir koşu gidip büfeleri kontrol ediyordu, hepsi kapalıydı...
Holi dolayısıyla trende fazla insan da yoktu. Boş bir tren lüksünü yaşıyorduk. Rishikesh’teki uyarılar dolayısıyla kalacağımız oteli arayıp rezervasyon yapmıştık. Otelden ayrıca bizi karşılamak üzere bir rikşa da gelecekti. O yüzden içimiz rahattı. Sadece biran önce varıp kana kana su içmek istiyorduk.
4 gibi en sonunda geldik Varanasi’ye. Rikşamız bizi karşıladı. Daha önceden ne kadar vereceğimizi bildiğimizden pazarlık yapıp yorulmama lüksünü yaşadık. İlerledikçe rikşa ile gitmemizin ne kadar doğru bir tercih olduğunu daha da iyi gördük. Bayram bitmişti ve ortalık pek kimse yoktu, ama kalacağımız yer tren istasyonundan bayağı uzaktık. Yürümeye kalksa idik muhtemelen zaten sancılanmak için en ufak fırsatı kaçırmayan bacağım isyan bayrağını çekerdi ya da artık yolun üzerinde bacağı bir köşeye atardım, malum Hindistan’da çöp kutusu bulmak imkansız gibi birşeydi.
Esas ölü yakılan ghat
Antik kısma gelince rikşadan indik, rikşa ile devam etmek zaten pek mümkün değildi. Daracık sokaklar, insanlar, bir de tabi ki inekler...  Otele geldiğimizde otel sorumlusu karşıladı bizi. Kolkata’dan 3 sene evvel gelip buraya yerleşmiş. Güleryüzlü ve iyi niyetli. Bizi hemen odamıza götürdü. Bayağı küçüktü. Ama pek umrumuzda değildi, uyuma arzusundaydık. Yol artık iyice yormaya başlamıştı ben, tabi bir de biraz yürüdüğümde üstüne eklenen bacağımın sancısı.
Her yer kapalıydı. Hem bayram hem Pazar günü etkisi. Yiyecek olarak ancak bisküvi bulabildik ve otele geri döndük.


Sabah kalktığımızda önce ghatlara gitmek istiyorduk. Zaten onca yolu ghatları görmek için gelmiştim, özelikle de ölü yakılan ghata... Ghatlar, Ganj nehrine uzanan merdiven bloklarıydı. Buralarda trafik yoktu, insan trafiği dışında tabi. Rikşalardan kurtulduk derken bu sefer tekne gezisi satıcıları çıktı başımıza. Her adımda bir, ‘madam tekne gezisi’ şeklinde durdurulduk. Ama en sonunda yolumuzda ölü yakılan ilk ghata ulaştık. Günün her saatinde bu seremoni oluyormuş. Ghat 4’e ayrılmıştı, en aşağıdaki ve nehre yakın bölümde ‘dokunulmazlar’, yani kastın en aşağısındakiler yakılıyordu, yukarıya çıkıldıkça da kastlar da üste çıkıyordu. En yukarıda da ‘Parvati’nin, büyük tanrıları Shiva’nın karısını yaktığı ateş vardı. Zaten ölüyü yakmak için bu ateşten alınıyordu. Ölü önce Ganj’ın suyu ile yıkanıp ardından kastına göre yakılması gereken yere taşınıyordu. Aileden olan kadınlar bu seremoniye katılamıyordu, zira fazla duygusal olduklarından kendilerini ateşe atmalarından korkuluyordu. Geçmişte bir dönem ölen adamların karıları da diri diri yakılıyormuş, tabi artık bu töre uygulanmıyor. Ama 7 sene evvel bir kadın kendini ateşe attığı için kadınların törende bulunması yasaklanmış.
 
Devamlı bir ölü yakma sirkülasyonu vardı. Ölü, renkli örtülere sarılı olarak nehrin kenarına taşınıyordu tahta bir taht üzerinde ailesi tarafından ve dualar eşliğinde. Yıkandıktan sonra ise ailenin en büyük çocuğu elinde ateşle ölünün etrafında beş elementi yani havayı, suyu, toprağı, ateşi ve bir de rüzgarı temsilen 5 defa dolaşıyor, ardından da ateşe veriyordu. Küllerini de Ganj’a arkasını dönüp saçıyordu. Çünkü ölü artık diğer hayatındaydı ve mutluydu. Yaşayanların da arkalarına bakmamaları  gerekiyordu. Herşey bir ritüeldi. Ama çok fazla odun kullanılıyordu. 20.000 rupiye kadar bir para söz konusuydu. Ama burada yani Varanasi’de yakılmak Hintliler için çok önemliydi, zira karmalarının burada öldükleri ve yakıldıkları takdirde bir dahaki hayatlarında daha üst kastlarda doğmalarını garantilediğine inanılıyordu. Çok yaşlı ve fakir insanlar da buraya ölmeye geliyorlardı, ölmeyi bekliyorlardı. Onlar için özel binalar vardı, içinde ölümü bekledikleri. Fakir olduklarından da yakılmaları için gereken parayı bağışlarla topluyorlardı. Gandi’nin kızı yakılma seremonisinin bu kadar masfraflı olması nedeniyle ‘özel ölü yakma fırınları’ yaptırmış. Ancak bu fırınlarda ölü yakıldığını biz görmedik. Hala işlevsel mi bilemiyorum.
3.000.000 adetten fazla tanrıdan söz ediyordı. Kimsenin isimlerini tam olarak bilmediği, birbirlerinin reankarnasyonları. En önemlilerinden biri Shiva’ydı. Her tanrının birden fazla efsanesi vardı. Mesela Ganesh, Shiva’nın oğullarından biri, fil başlı olmasının nedeni Shiva’nın onu yolda tanımamış olup kafasını kesmesi, Parvati’nin ona söylemesi üzerine de yerine fil kafası koyması. Ganesh’in iyi şans getirdiğine inanıyorlardı.... Tanrıları ve onların hikayelerinini takip etmek gerçekten de çok zordu.
Varanasi’de geçirdiğimiz zaman boyunca her tapınaktan ayrı bir çan sesi geliyordu, daha önce fark etmemiştim ama insanlar bu çanları tanrıları çağırmak için kullanıyorlarmış.
Her gece Ganj ana için de ghatlarda birinde düzenlenen bir seremoni vardı. Tabi ki ilahiler ve dans eşliğinde. Bir saat boyunca özel giysili adamlar ellerinde önce tütsüler, meşalaler, yelpazelerle özel bir platformda teşekkürlerini sunuyorlardı. Ardından da bu seremoniyi izleyenlere kutsayan ve 3.gözlerini açan bindi sürülüyordu alınlarına. Biz de nasiplendik tabi ki.
Varanasi’deki zamanımız bitince artık Hindistan’daki son tren yolculuğumuza çıkıyorduk. 14 saat sonra en son durağımız Kolkata’ya gidiyorduk.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder