Çantaları odamıza bırakır bırakmaz otelden çıkıp birşeyler yemek için kendimizi sokağa attık. Çılgın Bangkok gecelerinden biriydi. Kalabalıktı her yer.
Tek problemimiz Taylandlıların fazla İngilizce konuşamamalarıydı. Dolayısıyla birşeyler anlatmak çok zordu. El kol hareketleri burada devreye giriyordu. Çoğu şey Tai dilinde yazılıydı ve anlamak da imkansızdı. Odaya götürmek için birşeyler almak üzere süpermarkete uğradığımızda çoğu şeyin üzerinde İngilizcesinin de yazmadığını gördük. Dolayısıyla iç güdülerimize güvenmek zorunda kaldık.
Hala Hindistan kafasındaydık. Baht diyemiyorduk, rupi işliyordu bizim için. Fiyatları önce rupiye çeviriyorduk ve o yüzden de herşey oldukça pahalı geliyordu. Meyvalar, sebzeler, yiyecekler...
Süpermarketlerin bir kültürü yansıtmasındaki gücünü her zaman takdir etmişimdir. Yiyecek anlayışlarında, evlerinde barındırmaktan hoşlandıkları herşeyi iyi bir göz tahlil edebiliyordu. Mesela büyük bir hayvan bölümü vardı. Envai çeşit kedi, köpek mamaları, oyuncakları, ilaçları vb. Bu da hayvanlara düşkün olduklarının bir göstergesiydi. Yiyeceklerde ise balık tabi ki başı çekiyordu; salamurası, kurusu, yaşı, tazesi, dondurulmuşu, büyüğü, küçüğü, sosları... Aklımın ucuna gelmeyecek kadar balık çeşidi ve balıktan elde edilen yan ürünler vardı. Mikrodalgada ısıtılabilecek hazır yiyecekler, deniz yosunundan krakerler ve binbir türlü cips. Paketlerin hepsi rengarenkti. Manga filmlerinden fırlamış karakterlerle süslenmiş. Hindistan da rengarenkti ama renklerin bambaşka algılanabileceğini ben buraya geldiğimde gördüm.
İnsanlar güleryüzlüydü. En hoşuma giden ise birşey sormaya kalktığımızda heyecanlanmaları ve
Bangkok sokakları... |
Ertesi gün biraz turistik gezi yapalım dedik ve merkeze indik. Saraylarına gittik. Halkın krallarına karşı büyük bir saygı ve sevgisi vardı. Ülkenin çoğunluğu Budist olduğundan da birçok tapınak vardı. Sri Lanka’da fark etmediğimiz detayları görmeye başladık, Hindistan ile dini bakımdan, ikon açısından da ne kadar ortak özellikler taşıdıklarını. Gerçi bu gayet normal, Buda en nihayetinde doğduğunda bir Hindu olarak doğmuştu. Ama yeni fark ettiğimiz tapınaklarında da Hinduizm izlerinin ve hikayelerinin de yansıtıldığıydı. Bir de burada da beyaz cilt makbüldü. ‘Ne güzel yanmışsın!’ demek burada kesinlikle bir hakaretti.
Bangkok’ta geçirdiğimiz birkaç gün boyunca bol bol sokak tezgahlarından yiyerek Tai yemek kültürünü anlamaya çalıştık; bol baharatlı ve balıklı, sıcak bir ülke olmasına rağmen fazlasıyla kızartma ağırlıklı. Pirinç ve erişte ana malzemeleri tabi ki. Tatlıları bile pirinçtendi. Gerisi teferruat. Tuz yerine ise genelde soya sosu kullanıyorlardı.
Hemşeri kafasında iş sormak hem de birkaç kelime Türkçe konuşmak için bir Türk restoranı bulduk Bangkok’un ortasında. Restoranın sahibi Malatyalı bir abiydi. 8 ay evvel gelip buraya yerleşmiş. Taylandlı bir hatunla da evlenmiş. Bir iki saat muhabbet ettik, bize ısmarladığı Türk kahvesi eşliğinde. Aylardan ve yollardan sonra bir Türk kahvesi... O kadar mutlu olmuştum ki adama binlerce kez teşekkür ettim. Bangkok’a geldiğimde bir Türk arayacağımı söyleseler hayatta inanmazdım... Hayat sürprizlerle dolu en nihayetinde!
Bangkok sonrası Santi Asok diye bir yere gidecektik. Keşişlerin yönettiği bir eko-köydü. Orada birkaç gün kalıp ona göre rota çizecektik. Ancak orada kalmamızın mümkün olmadığını öğrenince ve büyük şehir üstümüze üstümüze gelince, turizm ofisine gittik ve bize yakınlarda bir yer önermelerini rica ettik. Hemen kuzeyde 1,5 saatlik bir uzaklıktaki eski başkentleri Ayutthaya’yı önerdiler.
İlk otobüse atlayıp oraya gittik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder