5 Nisan 2011 Salı

Bir ada gördüm sanki... KOH TAO - TAYLAND

5 Nisan 2011
Servis geldiğinde benimle birlikte birçok kişi bindi. Önce hepimizin tekneye gittiğini düşündüm ama sonra gördüm ki herkes Bangkok’a gitmek üzere otobüs terminaline gidiyormuş. Kimisi Koh Samui, kimisi Koh Phangan, kimisi de Koh Tao’dan geliyordu. Bu üç ada birbirine paralel şekilde Tayland boğazında yer alıyordu. Üçüne de Chumpon ya da Surat Thani’deki limanlardan ulaşım vardı. Genelde turistler seyahat acentalarından ‘joint ticket’ denilen Bangkok’a ya da Bangkok’tan adalara feribot, servis ve tren ya da otobüs biletlerini toplu alıyorlardı. Tabi ben ucuzcu olduğumdan böyle bir servisi kullanmadım.
Terminalden sonra serviste iki kişi kaldık. Koh Tao’ya giden bir ben ve bir de İsrailli çocuk vardı. En azondan yalnız seyahat etmeyeceğimi düşünerek sevindim.
Limana ulaştığımızda bizi götürecek olanın sadece küçük bir balıkçı teknesinin olduğunu gördüm. Sandalye üzerinde seyahat etmeyi beklerken yerde yatakların olduğunu fark edince mutluluktan hemen gevşedim. Artık deniz üzerinde beşikte uyurmuş gibi sallana sallana gidecektim.
Daha kalkmasına zaman olduğundan teknenin ön tarafında oturup konuşmaya başladık İsrailli ile. O da nerdeyse 6 aydır geziyormuş Güney Asya’yı. Nisan ortasında da artık ülkesine dönecekmiş. Burada bulunan ve her daim ‘partide’ olan İsraillilerinin çoğunun yaptığı gibi askerliğini bitirir bitirmez kendisini buralara atmış. 21 yaşındaydı ve Koh Tao’ya dalmak için gidiyordu. Zaten insanlar genelde buraya dalmak için geliyorlardı, benim dışımda tabi. Ağzımda bir ekipmanla nefes almak pek benlik değildi.
Cümleleri kurmakta iyice zorlanmaya başladığımda gidip yattım. Ama çok yorgun olduğumdan yatakta dönüp durdum. Kitap okumakta da zorlanıyordum ki bir çift daha geldi. Bu sefer de onlarla birlikte teknenin ön tarafında konuşmaya başladık. Hollandalı çok şeker bir çiftti. Basmışlar istifayı ve dünyayı dolaşmaya başlamışlar. Daha 10 gün olmuş buralara geleli.
Sahil
Tekne yola çıkmaya hazırlanırken Hindistan’da hindistan cevizi kırmaları misali burada da tütsü yaktılar ve dualar okudular. Bu ritüeli de gördükten sonra gidip yattım. Bölük pörçük de olsa biraz uyudum. Tekne beklentimin aksine fazla sallanmadı, deniz fazlasıyla usluydu. Yatarken suyum bitti şeklinde, almayı unuttum diyerek kendi kendime söyleniyordum ki teknenin kaptanı bir büyük şişe su getirdi. Parasını ödemek istediğimde de almadı....
Sabah gözlerimi açtığımda Koh Tao’ya varmıştık. Kartpostallık bir manzara karşıladı beni. Sabahın 6’sıydı ve her yer yeni aydınlanmıştı. Yolun başından bu yana ne zaman gece yolculuk yapsam gözlerimi açtığım yer hep cennet oldu. Bu kural burada da bozulmamıştı.
Tekneden inip iskeledeki masalara oturduk. İsrailli pansiyon bulma umuduyla bizden ayrılıp yola düştü. Biz de sabah kahvelerimizi alıp günün canlanmasını izledik. Hepimiz Sairee’ye gidecektik. Hollandalı çiftin bir otelde rezervasyonu vardı, ama daha otelin check in zamanı gelmemişti. Benim de kalacağım Amerikalı Pete de daha halen uykudaydı. Öğleni bulacaktı uyanması. Dolayısıyla biraz oyalanmamız gerekiyordu.
Bir iki saat sonra kalkıp yola düştük. Küçük bir adaydı. Yürüyerek her yere ulaşmak mümkündü. Taşıma aracı olarak sadece taksiler vardı, ama onlar da fazla para istiyorlardı. Dolayısıyla tabanlara kuvvet yürümeye başladık. 10 dakikaya kalmadan Sairee’deydik. Çifti otellerine bıraktıktan sonra açık bir cafeye gidip oturdum. Geçtiğimiz yolların güzelliğinden keyfim ne kadar yerinde de olsa biran önce Pete’in uyanıp beni almasını istiyordum. Gözlerim kapanıyordu.
Odam :)
Saat 12’ye geliyordu kalacağım eve vardığımda. Dağlara doğru küçük tek odalı bir bungalovdu. Verandadaki hamakta yatacaktım. Peter ve İsveçli kız arkadaşı Sarah bana hoşgeldin dedikten sonra işlerine gittiler. Peter, bir dövmecide çalışıyordu. Güzel sanatlardan mezun olduktan sonra yollara düşmüş, birçok yeri gezdikten sonra da  4 aydır da bu adada yaşamaya başlamış.
Onlar gittikten sonra hamağa kuruldum ve saatlerce uyudum. Kalktığımda keşif için merkeze indim. Hala yollarda su vardı ve çamur içerisindeydi. Bacağıma su değmesin diye zıplaya zıplaya yürüyordum ya da uzun atlayışlar yapıyordum, sanırım bu arada bir dünya rekoru da kırdım.
Pahalıydı. Turistik bir yer olmasından mı yoksa selden sonraki doğal gelişme mi bilemiyorum ama fiyatlar Bangkok’un nerdeyse iki katıydı. Üstelik burada fazla sokak satıcıları da yoktu. Ekmeğe talim deyip ekmek ve muz alıp geri döndüm.
İlk gün bir daha dışarı çıkamadım, dört aylık yolculuğun acısının çıktığını hissediyordum. Yoluma devam etmek istiyorsam burada dinlenmeliydim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder