19 Nisan 2011 Salı

Öğlene doğru uyandığımda fazla taşkınlık yapmadan, uslu bir gece geçirdiğimi sanıyordum... KOH PHANGAN - TAYLAND

19 Nisan 2011
Kertenkele, biraz büyük
Dolunay partisine zaman vardı daha. Komünden İngiliz Ryan ile motora atlayıp adayı keşif turları yaptık birkaç kere. Şelalere gittik, şelalelerin önündeki havuza ağaçlardan iple atlarken insanları izledik. Hatta Ryan da katıldı bu cümbüşe. Ben ise sadece iç çektim. Zira hala yaram tam kapanmamıştı. Songkran’da sırılsıklam olması da durumumu pek kolaylaştırmamıştı. Gerçi aylardan beri bacağımın arka tarafı su görüp iyice kirden arınmıştı, o ayrı!
Ryan tipik bir İngilizdi, Avusturalya’ya gidiyordu. Yeni bir hayata başlayacaktı. Çok güzel bir kalbi vardı o haşin ve ürkütücü görüntüsünün ardında. Komünün bir diğer üyesi olan Elsa ise Finlandiyalı sapsarı bir hatundu. Yaşı daha çok küçük olduğu için hayatta bocalıyordu. Ama o kadar naifti ki ister istemez onu kanatlarımın altına aldım. Ko Phangan günlerimizde restoranda oturmak, hamağa yatmak, Sam’in muhteşem yemeklerini yemek, manzaraya bakıp bakıp şükürler çekmek arasında birkaç kez birlikte sahilden yürüyerek Haad Rin’e de gittik. Kızlar alışverişte şeklinde...

National Geographic; yolan fareyi mideye indirirken...
Dolunay partisine yakın iki üye daha katıldı aramızda. Bir tanesi İrem’in kafasında, permakültürle bozmuş kendini, hayatta ne kadar süre parasız yaşanabilir şeklinde kendiyle bir çekişme içerisine girmiş, çok fazla konuşan, asalaklık aylaklık arasında gidip gelen Amerikalı Nico. Diğeri de Avusturalya’dan Amerika’ya, evine dönmeye çalışan Natasha. Natasha ile odayı paylaşıyordum. Sessiz sedasız bir oda arkadaşıydı.
Parti sabahı hiçbirimiz parti modunda hissetmiyorduk kendimizi. Havada bir ağırlık vardı ve parmağımızı kaldıracak gücümüz yoktu. Herkes gün içerisinde birkaç saatlik uyku denemesinde bulundu. Gün fazlasıyla sıcak ve esintisiz olduğundan hepimiz pes edip restoranda yerlerimizi aldık.
Ryan on fire...
Gece 11 gibi artık hazırlıklara başladık. Boru değil tabi dolunay partisi. Öyle hazırlıksız olmuyor. Sam boyaları çıkardı ortaya. Fosforlu renklerde sulu boyalar. Herkes birer fırça kapıp birilerinin ya koluna, ya ensesine, ya sırtına figürler çizmeye başladı. Yarım saatlik ilkokul standartlarında resim çalışmalarımız sonucunda Ryan’ın ensesindeki kıvılcımlar saçıyormuş hissi veren eseri pek başarılı buldum. Birbirimizin milyonlarca fotoğrafını çektikten sonra yola düştük.
Parti, Haad Rin’in bir kumsalında olacaktı. Malum içki seviyesi fazla olacağından kimsenin motorla gitmeyi  yemedi. Sahilden yürümeye başladık. Biralar elimizde, uzun ip belimizde şeklinde ilerliyorduk ki deniz seviyesinin çok yükselmiş olduğunu gördüm. Burada Nico devreye girip beni sahil boyunca taşıdı. Herşey bacağım için. Her özveri bacağımın ıslanmaması için. Yoksa birisinin sırtında giderken hem bira hem de sigara içmek cidden çok zor.
Ertesi gün 11.30 gibi gözlerimi zorlukla açtım. Sıcakla. Baş ağrımın nedeninin sıcak mı yoksa az uyku mu olduğundan emin değildim. Gece gürültüsüz patırsız olaysız geçmiş, sabahleyin odama dönüp uyumuştum. En azından ben öyle sanıyordum...
Kaydıraktan kayarkenççç
Sıcaktan bunalıp gözler yarı kapalı şekilde sahile geldikten sonra gece çekilen fotoğraflar ortaya çıktı.
Parti hayvanıymışım da haberim yokmuş. Fotoğraflara baktım, onlar bana baktı. Bir 10 dakika sonra yavaş yavaş olan bitenler zihnime üşüşmeye başladı.
Parti kumsalına vardığımızda beklediğimden daha az insan olduğunu gördüm, nerde 30.000 ler taş çatlasa 2000 kişi vardı. Barlar sıra sıra dizilmiş, her bardan ayrı bir müzik yükseliyordu. Sahili önce keşfe çıktık. Platformlar kurulmuş, insanlar üzerinde dans ediyordu.  Herkes elindeki kovadan içkisini yudumluyordu. Ateşten ipin üzerinden atlayanlar, kaydıraktan kayanlar, düşüp bayılan ve limonla değil de tuzlu suyla ayılanlar, denize işeyenler ve işeyenlerin hemen yanında denizde sevişenler...
Parti manzaraları
Vardığımızın beşinci dakikasında 11 kişiden 5 kişiye düştük. 5 kişi olarak ayrılmama yemini ettik, ama yine bir beş dakika sonra sayımız 3’e düşmüştü, Ryan, ben ve Natasha. Ryan’ın aldığı kovadan yudumluyor, bir yandan da dans ediyorduk. İlk hareketim elbette kaydıraktan kaymak oldu, tabi yön şaşması olduğundan yastık yerine yere yuvarlandım. Tuvaletlere 20 Baht istendiğini görünce halk tuvalete bakınmaya gittiğimde poi çeviren birilerini fark edip abi bir tur çevireyim mi dedim. Bir tur çevirip ‘tuvalet bulmam lazım’ deyip iade ettim. Bu noktadan sonrası daha da bulanıklaşmaya başladı. O kovaya cidden ne koyuyorlarsa artık... Yanımda devamlı bir hareket vardı; birileri geliyor ya çiçek veriyor ya kolye takıyor ya fotoğraf çektiriyor ya kucağına alıp havaya atıp tutuyor ya da yanağımdan öpüyordu. Devamlı dalga geçme modundaydım. Kendimi ayık zannettiğimden cinlik yapıp kendime eğlence yarattığımı sanıyordum. Binlerce insanla tanıştım, binlerce insana Türkiye’yi anlattım. Cidden Türkiye’nin pek gönüllü ama sarhoş tanıtım elçisi şeklinde tüm gece takıldım.
Parti manzaraları
Sayımız yine 5’e ulaştığı sırada saatlerimiz de beşi gösterirken pilimin bittiğini fark ettim. ‘Ben gidiyorum’ deyip sahilden kaldığımız yere doğru yürümeye başladım. Ama önce kasabanın içinden geçmem gerekiyordu. Bacaklarımı kontrol etmek biraz zor geliyordu, kahve mi içsem meyva mı yesem diye düşünürken kendimi hamburger yerken buldum. Et yememezlik buraya kadarmış demek ki! Meğerse yabancı topraklarda sarhoşken bilinçaltının canı et istiyormuş...
Hamburgerle gözlerden uzakta bir gecelik ilişki sonrasında sahile varıp yürümeye başladım. Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Sular çekilmiş, suya değmeden rahat rahat yürüyordum. İn cin top oynuyordu. Sessizliği ise sadece dalgalar bozuyordu. Pek bir şairane havadaydım. Ama yalnız yürüdüğümden dolayı da o şehirli paranoyam içimde çığlıklarını atıyordu. Tam o sırada yoluma bir Tai çıktı, kemküm diyemeden ‘Beni yalnız bırakır mısın lütfen’ dedim. Otoriter bir sesle, sarhoş olduğumu belli etmeden, sanırım. Neyse ki hiçbir teşebbüste bulunmadı. Gerçi ne olur ne olmaz şeklinde devamlı arkamı kolluyordum...
Kaldığım koya vardığımda gördüğüm, ya da hayal ettiğim, manzara karşısında yine dilim tutuldu. Denize girmeliydim ve denize girdim. Kimsecikler yokken etrafta, herkes uyurken ya da daha partidedeyken... Özgürce.
Duşumu alıp yattım. Yaramla uyandığımda ilgilenirim diyerek...
Fotoğrafları gördükten sonra aniden uyku bastırdı. Partiyi de deneyimlemiştim. Hasarsız en nihayetinde. Artık yine yoluma gitmeliydim. Koh Samui... Herşey yani tüm yol hikayem Koh Samui hayalimle başlamıştı!      



 





 

 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder