7 Mayıs 2011 Cumartesi

6 aydır bu günü bekliyordum... MEKONG NEHRİ - LAOS

7 Mayıs 2011
Teknede en az 80 kişi vardı ve hepsi de yabancıydı. Güya burada turistik sezon bitmişti... İnanması zor!
11.30 gibi yola çıktığımızda herkesin elinde biraları, sigaraları ile parti çoktan başlamıştı. Sosyalleşenler, samimi şekilde sosyalleşenler, biradan viskiye geçenlerle ortam doğallıktan biraz uzaklaşmıştı. Gerçi özellikle viskiler açıldığında ortamdan kopuk olduğum için biraz kendime kızmadım değil ama kimseyle pek konuşasım yoktu. Teknenin kenarında Mekong manzarasına kaptırdım kendimi. Dağlar, ağaçlar, nehrin ortasında sudan fışkıran kayalar. Hem yolum boyunca hem de yolumdan çok önce bu gezi hakkında birçok güzel şey duymuştum ve gerçekten de dört gözle bekliyordum.
Yerliler teknenin arkasında yolculuk ederken turistler öndeydi...
7 saat süren bir yolculuk sonrasında geceyi geçireceğimiz kasabaya vardık. Onca saat süren içki muhabbetinden sonra doğal olarak insanlar tekneden inerken birkaç kaza oldu tabi. Sadece eğlendim ve bu insanlardan biri olmadığım için kendimi de tebrik ettim. Benden çok daha fazla eğlenmişlerdi ama eğlence peşinde olmadığımdan yaptığımın doğru olduğunu düşündüm.
Gia ile daha tekne yanaşırken iskeledeki pansiyon satıcılarından biri ile pazarlık yapıp fiyatı istediğimiz noktaya indirdik. Odaya bile bakmamıştık ama Gia da benim kafada olduğu için artık bahtımıza ne çıkarsa diyorduk.
Mekong manzaraları...
Ama şansımıza yine gayet güzel bir oda çıktı. Her ne kadar burası pahalı olsa da odalar Tayland’dan ve diğer bulunduğum ülkelerden çok daha konforluydu. Beklenmedikti benim için. Sıcak su, tuvalet kağıdı, iki şişe su ve hatta sabun bile vardı.
Akşam yemeği yemek için dışarı çıktığımızda yine abartılı fiyatlar dikkatimi çekti. Tabi bu abartılı fiyatlar sadece bana göre. Yoksa Türk parasına çevirdiğimde yine çok ucuzdu. Laos’ta 10 gün kalmayı planlıyordum, bütçem de 150 USD olduğundan ve bunu artık aşma lüksümün kalmamasından bazı fedakarlıklarda bulunmaya karar verdim. Akşam yemekleri mesela...
Gia, lokal bir restoranda Mekong balığı ve bambu yedi. Buraya özgü bir yemek. Ben tadına baktım sadece. Tek gelir kaynakları bu yavaş teknelerde seyahat edenler olduğundan kasaba sakinleri devamlı önümüzü kesti. Cidden çok sıkıcıydı. Öğrendiğim iki kelime Lao ile derdimi anlatmaya çalışıyordum. Allahtan tek bir sokaktan ibaretti, gezip bitirmesi pek kolay oldu.
Odaya dönüp film seyrettik.
Sabah 9:30’da yine yolculuğumuz başladı. Uzun bir gün olacaktı bu sefer. Öğlen yemeği için pilav buldum. En ucuz şeydi burada ve biraz da muz aldım. Fedakarlıklar ve ben!
Bu sefer Gia teknenin ön kısmında oturdu, bense Kanadalı bir kızla gerilerde. Daha sosyal bir günümde olduğum kesindi. Teknede her ne kadar turist gibi davransalar da çoğu benim gibi uzun süredir yollardaydılar...
Tekneye arada sırada yereller de biniyorlardı, ellerinde garip garip çuvallarlar, çoğundan ses geliyordu; tavuklar, civcivler, çekirgeler... Bu hayvanların sonunun pazarda tezgahların birinde şişe geçirilmiş olarak ızgara ya da kızartma olarak geleceğini bilmek garip bir duyguydu. Laoların vejeteryan olduğunu söylemek pek mümkün değildi, batı dünyasına gayet garip gelen alışkanlıkları vardı; tavuk ayakları, domuz başları, çekirge, kurbağa, köpek, porsuk yemek gibi... 
Luang Phabang’a yaklaşırken bir fırtına patladı. Açık denizde olmadığımızdan dolayı pek bir problem yoktu bizim açımızdan. Ama yine de bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Teknenin arkasındaki pencereye gittim ve etrafı izlemeye koyuldum. Griydi her taraf ve Mekong’ta çamur rengindeydi. Sınırlar vardı sağda ve solda. Ama bir yandan da özgürlük. Suratımı deli gibi ıslatıyordu yağmur ve ben de salak salak gülümsüyordum. Andaydım, yoluma gidene kadar anımda yaşamak ne kadar zor olmuştu oysaki benim için... Sigaramı yaktım, ıslanması umrumda değildi. Tek bir eksik vardı sanki, beni çevreleyen dağlara şerefe diyebileceğim elimde tutmayı istediğim bir içki. Aklımdan bu düşünce geçtiği sırada yan pencereden sarkan başka bir yolcuyu fark ettim. Evet, bazen yukarıdakine gerçekten tebriklerimi sunuyorum, sanatsal açıdan güzel eserleri gözümün önüne serdiğinde. Bende sigara vardı, onda da bira. Sigara paketini ona uzattım, o da bana birasını. Bazen ağızdan çıkan cümleler sadece kalabalık yapıyordu. Sessizlikle iletişim kurabilmek ne kadar nadirdir oysa ki...
Yarım saat kadar pencerede durup izledik yağmuru... Hayatımda yaşadığım muhtemelen en romantik 30 dakikaydı. Büyünün bozulmasını istemedim ve onu o pencerede bırakıp teknenin diğer ucuna gittim. Zaten Luang Phabang’a da varmıştık ve tekrar karşılaşmak istemediğimden aceleyle çantamı aldığım gibi kendimi tekneden karaya attım.


 

 



 

 

 

 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder