27.05.2011
1,5 saat sonra Singapur’daydım.
Pasaport kontrolüne doğru ilerliyordum ki gözüme önce Türk Havayolları uçağı
ilişti. Aylardan sonra Türkiye’ye ait birşey görmüştüm. Phnom Pehn’deki Duty
Free’de İstanbul’da bıraktığım parfümümden sıkmıştım, evimin kokusu gelmişti
burnuma. Bir özlem kıvılcımı çakmıştı. Sonrasında THY uçağını görmemle de hafif
bir iç cızırtısı duymuştum. Artık eve dönme vakti gelmişti... Özlemiştim.
Birası ile karşıladı beni. Bu zamana
kadar evinde kaldığım insanlar arasında en pozitifiydi. Tabi eve girer girmez
beni karşılayan ve içimi hemen ısıtan binlerce küçüklü büyüklü penguen
oyuncaklarından bahsetmiyorum bile. Türkiye’yi de daha önceden ziyaret etmiş
olduğundan anılarla muhabbete giriş yaptık.
Her ne kadar Endonezya Müslüman bir
ülke olsa da Maria Hıristiyan azınlıklardandı. Uzun uzun Endonezya’dan
bahsettik. Yol rotamdan en son anda Endonezya’yı çıkarmak zorunda kalmıştım. Ancak
5 gün kalabilecektim ve bu binlerce adadan oluşan ülke için bu kadar kısa bir
süre yetmeyecekti. Ama içimde kalmıştı Endonezya’ya gidememek, o yüzden Maria
ile tanıştığım ve kültür hakkında biraz bilgilendiğim için çok mutlu olmuştum.
Saat 11 gibi Dguhal ve Maria ile yemek
yemek üzere şehrin ortasındaki birçok yemek tezgahının olduğu kapalı Pazar
alanı Lau Pa Sat’ta buluştuk. Dhugal biraz işinden dert yandı. Zira ülkenin
%75’ini oluşturan Çinliler, %13’ünü Malaylar, geri kalanını da Hintliler
oluşturduğundan kültürel anlaşmazlıklar olduğunu söyledi. En çok da
Çinliler’den çekiyormuş. Eleştiri kabul etmediklerinden ve sorumluluk almaktan
çekindiklerinden dolayı işlerin yürüyemediğini, bunu dile getirdiğinde de,
malum bir Avusturalyalı’yı susturmak pek mümkün değil, ‘kötü adam’ ilan
edildiğinden yakındı.
Dönüş yolunda akşama Türk yemeği
yapacağımdan binlerce alışveriş merkezinden bir tanesine girdim. Mustafa.
Singapur’da bir ekol. İnsanın aklında gelebilecek herşey vardı burada.
Özellikle market kısmında bisküvi ve çikolata bölümü dolaşmakla bitmiyordu, envai
çeşit vardı. Çin, Hint ve Malay yiyecekleri yoğunluktaydı, ama dünyanın herbir
tarafından gelen ürünlere de rastladım. Türk markalarını raflarda görmek yine
büyük bir özlem uyandırdı.
Bir tuktuk yolculuğu sonrası Phnom Pehn
havaalanındaydım. Önce gidip check in yaptırayım dedim. Havayolu firmasının
memurunu Türk pasaportu için vize gerekmediğini anlata anlata bir hal oldum.
Zorluk çıkarabilirler diyince Malezya’dan dönüş biletimi gösterebileceğimi
söylediğimde ancak ikna edebildim. Gel gör ki biletimin çıkışı yoktu, mailimde
duruyordu. Tabi memurun bu tepkisi benim de panik olmama neden oldu.
Allahtan havaalanında kablosuz internet
varmış, hemen indirip bilgisayarımın masaüstüne attım. Bazen eşeği sağlam
kazığa bağlamak lazım... Tekrar Kamboçya’ya dönmek istemedim, en azından belli
bir süre.
Kontrolden sorgusuz sualsiz ‘Hoşgeldin’
pankartlarıyla geçip kalacağım eve doğru yola düştüm.
MRT, Singapur ulaşımının can damarıydı,
ülkenin (daha halen bir ülke olduğunu düşünüyordum zira) her köşesine trenle
gitmek mümkündü. 1 saate varmadan Avusturalya’dan gelip buraya yerleşmiş beni
ağırlayacak olan Dhugal ile buluştum.
Seviyorum Avusturalyalı’ları...
Singapur’da yaşamaktan pek mutlu
değildi. Ama eşi Endonezya’lıydı ve vize probleminden ötürü ancak burada
birlikte yaşayabilecekleri için hayatlarını buraya taşımışlardı. Gerçi artık
evliydiler, zaten bu yüzden de gelecek sene Avusturalya’ya dönmeyi düşünüyordu.
Dhugal’ın eşi Maria saat 8 gibi geldi
eve. Gördüğüm en güleryüzlü insanlardan biriydi. Sıcakkanlı, sempatik, mutlu.
Gördüğüm ve karşılaştığım birbirine en aşık çiftlerden biriydi. Özenmediğimi
söylesem yalan olur...
Resmi nikahlarını geçen ocak ayında
yapmışlardı, eylül ayında da Endonezya’da geleneksel bir düğünle
kutlayacaklardı. Giyecekleri kıyafetleri, töreni konuştuk. Tabi ki davet de
edildim, eylülde buralara dönmem çok zor olsa da...
Ertesi gün şehri keşfetmek için evden
çıktığımda saat 9’a geliyordu. Fazla turistik bir destinasyon değildi.
Singapur, finansal bir merkez olarak Güneydoğu Asya’nın en güçlü ekonomisine
sahipti. Yolda gördüğüm herkes ‘meşguldü’. Ya telefonla konuşuyorlar, ya hızlı
hızlı bir yerlere yetişmek için koşturuyorlardı, ya da ellerinde Blackberry ya
da Iphone’larıyla facebook’tan birileri ile yazışıyorlardı. Birkaç tane
cebinden film izleyene de rastladım.
Kocaman binalar, gökdelenler vardı. Ama
Dubai’den daha estetik görünüyorlardı. Şehrin olduğundan daha yeşil gözükmesi
için binaların üzerinden ağaçlar, sarmaşıklar sarkıyordu.
Yemek yediğimiz yer |
Onlardan ayrılıp ülke turuma devam
ettim. Çok büyük bir yer olduğu söylenemez, eve kadar yürümeye karar verdim.
Eve gelip zeytinyağlı pırasa yanına da
makarna yaptım. Artık dünyanın bu kısmında o kadar fazla balık görmüştüm ki
midem ve gözlerim kaldırmıyordu. Dolayısıyla, yanında kaldığım insanlara ne
zaman yemek yapsam et hiç kullanmıyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder