27 Mayıs 2011 Cuma

Alemlerden aleme koşasım, ülkeden ülkeye uçasım var... SİNGAPUR

27.05.2011
Bir tuktuk yolculuğu sonrası Phnom Pehn havaalanındaydım. Önce gidip check in yaptırayım dedim. Havayolu firmasının memurunu Türk pasaportu için vize gerekmediğini anlata anlata bir hal oldum. Zorluk çıkarabilirler diyince Malezya’dan dönüş biletimi gösterebileceğimi söylediğimde ancak ikna edebildim. Gel gör ki biletimin çıkışı yoktu, mailimde duruyordu. Tabi memurun bu tepkisi benim de panik olmama neden oldu.
Allahtan havaalanında kablosuz internet varmış, hemen indirip bilgisayarımın masaüstüne attım. Bazen eşeği sağlam kazığa bağlamak lazım... Tekrar Kamboçya’ya dönmek istemedim, en azından belli bir süre.
1,5 saat sonra Singapur’daydım. Pasaport kontrolüne doğru ilerliyordum ki gözüme önce Türk Havayolları uçağı ilişti. Aylardan sonra Türkiye’ye ait birşey görmüştüm. Phnom Pehn’deki Duty Free’de İstanbul’da bıraktığım parfümümden sıkmıştım, evimin kokusu gelmişti burnuma. Bir özlem kıvılcımı çakmıştı. Sonrasında THY uçağını görmemle de hafif bir iç cızırtısı duymuştum. Artık eve dönme vakti gelmişti... Özlemiştim.
Kontrolden sorgusuz sualsiz ‘Hoşgeldin’ pankartlarıyla geçip kalacağım eve doğru yola düştüm.
MRT, Singapur ulaşımının can damarıydı, ülkenin (daha halen bir ülke olduğunu düşünüyordum zira) her köşesine trenle gitmek mümkündü. 1 saate varmadan Avusturalya’dan gelip buraya yerleşmiş beni ağırlayacak olan Dhugal ile buluştum.
Seviyorum Avusturalyalı’ları...
Birası ile karşıladı beni. Bu zamana kadar evinde kaldığım insanlar arasında en pozitifiydi. Tabi eve girer girmez beni karşılayan ve içimi hemen ısıtan binlerce küçüklü büyüklü penguen oyuncaklarından bahsetmiyorum bile. Türkiye’yi de daha önceden ziyaret etmiş olduğundan anılarla muhabbete giriş yaptık.
Singapur’da yaşamaktan pek mutlu değildi. Ama eşi Endonezya’lıydı ve vize probleminden ötürü ancak burada birlikte yaşayabilecekleri için hayatlarını buraya taşımışlardı. Gerçi artık evliydiler, zaten bu yüzden de gelecek sene Avusturalya’ya dönmeyi düşünüyordu.
Dhugal’ın eşi Maria saat 8 gibi geldi eve. Gördüğüm en güleryüzlü insanlardan biriydi. Sıcakkanlı, sempatik, mutlu. Gördüğüm ve karşılaştığım birbirine en aşık çiftlerden biriydi. Özenmediğimi söylesem yalan olur...
Her ne kadar Endonezya Müslüman bir ülke olsa da Maria Hıristiyan azınlıklardandı. Uzun uzun Endonezya’dan bahsettik. Yol rotamdan en son anda Endonezya’yı çıkarmak zorunda kalmıştım. Ancak 5 gün kalabilecektim ve bu binlerce adadan oluşan ülke için bu kadar kısa bir süre yetmeyecekti. Ama içimde kalmıştı Endonezya’ya gidememek, o yüzden Maria ile tanıştığım ve kültür hakkında biraz bilgilendiğim için çok mutlu olmuştum.
Resmi nikahlarını geçen ocak ayında yapmışlardı, eylül ayında da Endonezya’da geleneksel bir düğünle kutlayacaklardı. Giyecekleri kıyafetleri, töreni konuştuk. Tabi ki davet de edildim, eylülde buralara dönmem çok zor olsa da...
Ertesi gün şehri keşfetmek için evden çıktığımda saat 9’a geliyordu. Fazla turistik bir destinasyon değildi. Singapur, finansal bir merkez olarak Güneydoğu Asya’nın en güçlü ekonomisine sahipti. Yolda gördüğüm herkes ‘meşguldü’. Ya telefonla konuşuyorlar, ya hızlı hızlı bir yerlere yetişmek için koşturuyorlardı, ya da ellerinde Blackberry ya da Iphone’larıyla facebook’tan birileri ile yazışıyorlardı. Birkaç tane cebinden film izleyene de rastladım.
Kocaman binalar, gökdelenler vardı. Ama Dubai’den daha estetik görünüyorlardı. Şehrin olduğundan daha yeşil gözükmesi için binaların üzerinden ağaçlar, sarmaşıklar sarkıyordu.
Yemek yediğimiz yer
Saat 11 gibi Dguhal ve Maria ile yemek yemek üzere şehrin ortasındaki birçok yemek tezgahının olduğu kapalı Pazar alanı Lau Pa Sat’ta buluştuk. Dhugal biraz işinden dert yandı. Zira ülkenin %75’ini oluşturan Çinliler, %13’ünü Malaylar, geri kalanını da Hintliler oluşturduğundan kültürel anlaşmazlıklar olduğunu söyledi. En çok da Çinliler’den çekiyormuş. Eleştiri kabul etmediklerinden ve sorumluluk almaktan çekindiklerinden dolayı işlerin yürüyemediğini, bunu dile getirdiğinde de, malum bir Avusturalyalı’yı susturmak pek mümkün değil, ‘kötü adam’ ilan edildiğinden yakındı.
Onlardan ayrılıp ülke turuma devam ettim. Çok büyük bir yer olduğu söylenemez, eve kadar yürümeye karar verdim.
Dönüş yolunda akşama Türk yemeği yapacağımdan binlerce alışveriş merkezinden bir tanesine girdim. Mustafa. Singapur’da bir ekol. İnsanın aklında gelebilecek herşey vardı burada. Özellikle market kısmında bisküvi ve çikolata bölümü dolaşmakla bitmiyordu, envai çeşit vardı. Çin, Hint ve Malay yiyecekleri yoğunluktaydı, ama dünyanın herbir tarafından gelen ürünlere de rastladım. Türk markalarını raflarda görmek yine büyük bir özlem uyandırdı.
Eve gelip zeytinyağlı pırasa yanına da makarna yaptım. Artık dünyanın bu kısmında o kadar fazla balık görmüştüm ki midem ve gözlerim kaldırmıyordu. Dolayısıyla, yanında kaldığım insanlara ne zaman yemek yapsam et hiç kullanmıyordum.
Akşam eve geldiklerinde yemek yedik, film izledik. Ertesi gün bu Güneyasya’nın en pahalı adasından ayrılıp kuzeye yani Malezya’ya geçiyordum. Otobüsle tabi ki. Para birimim yine değişecekti, Malezya Ringiti kullanmaya başlayacaktım.
 

 



 






 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder