14 Mayıs 2011 Cumartesi

Dünyanın en sakin başkentine hoşgeldiniz! VIENTIANE - LAOS

14 Mayıs 2011
Vientiane, 1500’lü yıllarda Burma’nın işgal tehditine önlem olarak başkent ilan edilmiş. Fransızlar döneminde de tüm yönetim işleri buradan idare edilmiş.
Buraya sabahtan varıp otel  aramaya koyulduk. Gia bir gece kalıp Tayland’a dönecekti, bense ertesi gece Yeni Zelandalı Patrick ile buluşup onda kalacaktım. Otel odaları, malum başkent olduğundan, çok pahalı olduğundan bir hostelde kalmaya karar verdik. En ucuzu elbette en kötüsü idi... Yine duş alamayacaktım.
Bir başkent olmasına rağmen sakin, oldukça düzenli, insanlar da rahatlardı. Bu rahatlıkları bana Akdenizlileri anımsattı. Gerçi Laolar rahatlıkları ile ünlüydüler. Hatta ulusal sloganı bile ‘Problem yok’ şeklindeydi. Ancak yine de tüm ekonomik gelirleri turizm üzerine olduğunu düşünüyordum, tabi bu da özellikle satıcıların tutumlarına agresif olarak yansıyordu. ‘Beyaz’ gördüklerinde gözlerinde dolar işaretini görebiliyordum. Bir de burası güya Mekong deltasındaki diğer ülkeler arasındaki en sakin ve rahat yerdi, en azından herkes böyle söylüyordu... Gözüm korktu.
Üretim olarak pirinç dışında hiçbir şey göremedim. Ama gelecek 10 yılda Güney Asya’nın en büyük gelir kaynağına sahip olması bekleniyordu. Zira Mekong üzerine kurduğu barajlardan elde ettiği elektriği çevredeki tüm ülkelere satmaya başlamıştı. Dolayısıyla da ekonomik olarak bir güç olma adayıydı.
Erkek dominant olsa da yine de kadınlar her işi yapıyordu; tuktuk şoförlüğünden, pazarda satıcılığa kadar. Ama belli ki ev işlerini de aksatmıyorlardı. Tai toplumuna benzese de birçok yönden daha muhafazakarlardı. Muhtemelen en büyük nedeni Tailere nazaran daha az ‘Batı’ etkisindelerdi. Ama yine de aynı batıl inançlara sahiptiler. Burada da erkekler erkekliklerini kanıtlamak için belli bir süre askerlik yapıyorlardı, pardon keşiş oluyorlardı.
1953 senesinde Fransa’nın gitmesi üzerine bir hayli karışıklık olmuş. Bir de üzerine 1960 – 1973 arasında Vietnam ve savaş yüzünden de ülke içi kaos bitmemiş. Ama yine de komşularındaki olan karmaşanın etkisinde de olsa iyi toparlayabilmişler.
Burası hakkında çok güzel hikayeler duymuştum, doğası, insanları, kültürü, ucuzluğu... Ama benim için gerçek bir şok oldu, daha doğrusu hayalkırıklığı. Herkes gülümsüyordu ama altındaki nedeni anlamam çok kısa sürdü, beyazım ve param var beklentisi. Yanlış bir rota çizdiğimi biliyordum. Fazla turistik yerlere gitmiştim. Daha kırsal kesimde durumun böyle olmayacağına emindim ama artık o taraflara başka bir zamanda gitmek zorundaydım.
Gia gittiği günün sabahında Kamboçya Büyükelçiliği’ne gidip vize için başvurdum. Sınırda alınıyordu ama yine de bir sorun çıkmaması için önceden almak istedim. Zaten bir yandan Kamboçya ve Tayland savaş halindeydi, bir Türk’ün sınırdaki cinnetinden kimse nasiplenmesin dedim.
Patrick ile öğleden sonra buluştuk. Orada özel bir okulda matematik öğretmeniydi. Buluşma noktamıza geldiğimde aylardır bir sonraki durağımın neresi olacağının ve oraya en ucuz nasıl gideceğimin, nerede kalacağımın, gündüz varmak için kaç gibi vasıtaya binmem gerektiğinin, en ucuza nasıl karnımı doyurabileceğimin, içeceklerimin ve bilumum harcamamın hesabının, bir de günlerce kilometrelerce yol yürümüş olmamın üzerimde yarattığı stresin ve yorgunluğun acısı çıktı. Gözyaşlarına gömüldüm... ‘Neden ağlıyorum ki, aslında çok mutluyum, çok saçma ya’ derken Patrick geldi.
Yeni bir insanla tanışmak için pek uygun bir zaman değildi tabi ki... Ama Allahtan Patrick de senelerce çantasıyla nerdeyse tüm dünyayı dolaşmış olduğundan bir açıklama yapmama bile gerek kalmadan beni ve derdimi anladı, eve vardığımızda aylardır sayıkladığım, gittiğim her yerde çok pahalı olduğundan sakındığım ve çok özlediğim ‘kırmızı şarap’tan bir kadeh doldurdu. Şişeyi de yanına bırakarak... İlk yudumla kendime geldim.
Vientiane’i (aslında Vieng Chan diye telaffuz ediliyor, Fransızlar sağolsunlar, opium ticaretini körüklemelerinin dışında bir de bu şekilde Lao dilini zenginleştirerek ülkeye büyük katkıda bulunmuşlar) orada yaşayan birisi ile keşfetmek tabi ki daha farklı bir deneyim oldu. Kendi dünyası vardı, görüştüğü insanlar genelde buradaki yabancılardı. Aynı okulda çalıştıkları Fransızca öğretmeni olan Julia’ya ‘Barbekü partisine’ gittiğimizde Patrick’in hem meslektaşları hem de arkadaşlarıyla tanışmış oldum. Hepsi çok güzel evlerde yaşıyorlardı; bahçeli, müstakil... Haftasonlarında da böyle toplanıyorlardı birilerinin evinde. Julia bekar bir anneydi. Yaşıtım olmama rağmen 15 yaşında bir kızı ve 8 yaşında da oğlu vardı. Gördüğüm en güzel çocuklardı. Baba, Filipinli bir müzisyenmiş, ama pek de sağlam pabuç olduğu söylenemez, zira 2 sene evvel buraya ondan kaçıp gelmişler. Barbekü günü öğlenden geceyarısına kadar muhabbet ettik, devamlı yedik, yine muhabbet ettik. Not: Şaraba doydum.
Ertesi gün ise ‘Basi’ye gittik. Patrick’in Avusturalya’lı, Lao bir hatunla evli bir arkadaşının yeni doğan çocuğu için kutsama adına yaptıkları bu dini törende yine Güneydoğu Asya kültürünün en büyük özelliği olan ‘yemek’ ziyafeti vardı. Basi’ye ne giyeceğim ise büyük sorun oldu. Lao’da Tayland’ın tam tersi bacakların görünmesi ayıp, üst kısım ise meydanda olabiliyordu. Dini bir tören de olduğu için üst kısmın da ortada olması ne kadar doğru olurdu bilemiyordum. En iyisi şalvarıma bağlı kalmak deyip üniformamı üzerime geçirdiğim gibi sabah uyanır uyanmaz kahvaltı için törene gittik. 
Çoğu yabancı erkek burada Lao ile evliydi. Lao kadınları çok minyondu, yanlarında kocaman dev adamlarla görmek cidden komik bir manzara oluşturuyordu. Tayland’daki fahişeliğin Lao’da olmasını engellemek için yabancı erkeklerin evlerine Lao kadınlarının girmesini yasaklamışlar. Komşular ispiyonladığı takdirde adamın başı cidden ağrıyabiliyormuş. Üstelik bu tarzda ispiyonları da devlet ödüllendiriyormuş.
Laos’un daha güneyine inip birkaç gün daha kalmayı planlıyordum, ama gideceğim yerlerin de turistik yerler olacağını bildiğim ve burası için ayırdığım bütçeyi çoktan aştığım için Vientiane’den Kamboçya’ya otobüsle gitmeye karar verdim. Önümde bana 25 saat denilen ama muhtemelen 28 saati aşacak bir yol vardı. Ama yolumun sonunda beni heyecanlandıran Siem Reap’teki Angkor Wat vardı, üstelik aylardan sonra İrem ile de buluşacaktım...
 

 

 







 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder