25 Mayıs 2011 Çarşamba

Yerel otobüslerde tek beyaz olmaya bayılıyorum... PHNOM PEHN – KAMBOÇYA

 

Saray
25.05.2011
Tanrı kralların mirası olan, Fransız emperyalizminden halen daha izler taşıyan, pirinç tarlaları, küçük köyleri, tropik sahilleri, egzotik ve vahşi doğası ile Kamboçya bugünlere kolay gelmemişti. İnsanlar daha yeni gülümsemeye başlamıştı. Günümüzün en yoksul ülkelerinden biri olan Kamboçya’nın ve Khmer’in yaşadığı vahşetin üzerinden çok zaman geçmemişti; Khmer Rouge soykırımı.
Khmerlerin nereden geldikleri tam olarak belli olmasa da bazıları kökenlerinin Çin ve Hindistan’a dayandığını söylese de, bazıları ise Güney Asya’dan geçen yolcu oldukları savını savunuyordu. Ancak yine de yapılan kazılarda M.Ö. 1500’lerden kalma, vücut ve yüz yapısı Khmer’e benziyon kemiklere rastlanmış olması tüm yukarıdaki teorileri de bir yandan çökertiyordu.
Önceleri, Hintlilerle yürütülen ticaretin sonucunda Hinduizm’i kabul etmişler, ancak daha sonrasında da Budizm’i benimsemişler. Her zaman komşuları ile büyük problemler yaşamışlar, Siyamlar, Vietnam kökenli Chamların tehditi altında yaşamışlar. 1858’lerde de Siyam tehditine karşı, o sırada Vietnam’da olan Fransızların desteğini isteyen kral, kendini bir anda Fransa kolonisine katılmış olarak bulmuş. En kötüsü de Fransa, Siyamları Siem Reap ve Battambang ile onurlandırmış. En sonunda 1953’te Fransız sömürüsü Kral Sihounouk tarafından sonlandırılmış. Fransa gidince de tacından vazgeçip babasına devretmiş ve akabinde politik parti kurmuş.
Uluslararası arenada tarafsız bir politika izlendiği söylense de o dönemde, Komünist Çin’le olan yakınlaşmalar doğal olarak ABD’nin öfkesini çekmiş. Bu sırada işler tamamen karışıp ABD taraftarı olan Lon Nol kralı bertaraf edip ABD’nin Vietcong’u yok etmesi için Kamboçya kırsalına girmesine izin vermiş. Asker içerisinde bu durumdan dolayı çıkan uyuşmazlık sonucunda da Khmer Rouge ordusu ortaya çıkmış ve yıllarca sürecek soykırım başlamış.
Nisan 1975’lerde ordu, Phnom Pehn’deki hususi ve umumi binalara girip herkesi kırsala sürmüş. Maocu bir tutum içerisinde herkesi köleleştirmiş. Eğitim almalarını, sanatı ve dini de yasaklamış. 1.7 milyon insan katledilmiş. Ancak 1978’de Vietnamlıların burayı işgal etmeleri üzerine 1979 yılında hükümet düşürülmüş. Sonrasında da açlık başlamış, bir yıl boyunca 625.000 kişi de açlıktan ölmüş. 1989 Vietnamlıların gitmesi üzerine ülke yine karışıklığa gömülmüş. 1992’de hem yapılacak olan seçimleri izlemek hem de ülkede istikrar sağlanması için UN-TAC gelmiş. Ancak seçimler yine karmaşa ile sonuçlanmış. Kazanan parti, Hun Sen adlı eski gerillanin başkanlığını yaptığı diğer parti ile tehdit yoluyla koalisyon yapmaya zorlanmış ve en nihayetinde parti düşürülüp Hun Sen diktatörlük dönemi başlamış.
Böyle bir yakın tarihte soykırım, açlık ve onca olay yaşamış olan bu halkın acısından etkilenmemek elde değildi. Ama yine de gülümsemeye başlamışlardı. Hayatta en önemli verdikleri şeyler ise aile bağları ve yemekti. Politika ise pek umurlarında değildi. Phnom Pehn’de beni ağırlayan Ramon’un ev sahibinin dediği gibi: ‘Seçmene en fazla para veren seçimi kazanır.’ Bu deyiş pek de yabancı gelmedi aslında bana.

Ramon'un sineması
Ramon ise 6 ay evvel buraya yerleşmiş bir Hollandalıydı. 10 parmağı 10 marifet olanlardan. Seyahat yazarı, online tur pazarlamacısı, model, aktörü, fotoğrafçı ve en son olarak da Phnom Pehn’de küçük bir sinemayı devralmış. Çok güzel, müstakil bir evde kedisi ile birlikte yaşıyordu. Buralarda yaşayan birçok yabancı gibi hiç geçim derdi çekmeden.
Kuşbakışı market
Tuktukların dışında sakin bir şehirdi. Diğer ülkelerden farkı  ise tuktuk şoförlerinin sadece yabancılara değil herkese saldırmasıydı. Herhalde burada yaşayanlar alışmışlardı. 6 aydan bu yana bir tek ben alışamamıştım. Tek isteğim katil olmadan, hapislere düşmeden eve dönebilmekti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder