Ve Tanrı bana şarabı gösterdi ama tattırmadı! LUANG PHABANG – LAOS
9 Mayıs 2011 Eski Fransız sömürgesi olan Laos’un,
1975’te de kralın gönderilmesi vekomünistlerin ülke idaresini ele geçirmesinden sonramonarşi döneminin başkenti olan bu şehir, şu
anda ülkenin en pahalı şehriydi. Ama çok da güzel ve romantikti. Zaten bu
yüzden de Unesco’nun Dünya Mirasları arasındaydı. Fransız tarzı evleri,
Fransızca isimlendirilmiş sokakları ile Güney Asya’da olduğunu unutturuyordu
insana. Şehrin merkezinden uzaklaştıkça Laos evlerine de rastlanıyordu. Tayland
mimarisine benzese de Tai evlerindeki gibi kolonların üzerine oturtturulmamıştı
ve pencere de yoktu. Çoğunun çatısı bambudandı. Kutu gibiydiler kelimenin tam
anlamıyla. Uzun süre dolandıktan sonra bütçemizi
çok sarsmayacak bir oda bulduk tam merkezde. Burada da ayakkabıları çıkarıp
girdiğimizden dolayı kendimi nedense evde hissettim. Küçük bir pansiyondu ve
çok temizdi. Kaldığım en temiz yerdi. Odada pencere yoktu ama yine de ferahtı.
Pansiyonun sahibi abla ve abi çoğu yaşlı Lao gibi Fransızca biliyorlardı. Ama
artık çok turist geldiğinden dolayı İngilizce de öğrenmişlerdi. Karı koca
senelerdir burayı işletiyorlardı. Pansiyonun önündeki ana caddede kocaman
bir Pazar kurulmuştu. BeerLao yazan tişörtler, Lao kahvesi, Lao kadınlarının
geleneksel eteği Sinhler... Fazlasıyla turistik. Ama gezmek eğlenceli oldu. Yemek pazarına gittiğimizde de bu sefer
bizi karşılayan sabah beraber yolculuk ettiğimiz çekirgeler oldu. Burada
vejeteryan bir hayat sürdürmek cidden imkansızdı. Ancak erişte... O da bütçemi
sarsacağından dolayı 2 öğün pilav ve muz yemekle yetiniyordum. Şehirde birçok tapınak vardı. Tabi
bunlar sırayla gezildi. 1904’te inşa edilen saray ise şehrin tam kalbindeydi.
Sarayın bahçesindeki altın Buda heykelinden dolayı Luang Phabang deniyordu.
Zaten kelimenin anlamı da Royal Buda İmajıydı.Şehirden ayrılacağımız gün ise sabah 5’te kalkıp Budist rahiplerin
halktan yemek toplama seremonisini izlemeye gittik. Keşişler günde sadece
birkez yemek yiyorlardı, yemeklerini de orada yaşayanlardan alıyorlardı. Her sabah
gün doğumunda keşişler ve rahipler tek sıra halinde ellerinde tasları ile
sokakta yürüyorlar, halk da onları bekliyorlardı. Geldiklerinde kaplarına
pilav, et, meyva koyuyorlardı. Aslında rahipler vejeteryanlardı ama et
geldiğinde reddetmiyorlardı. Tabi ki çelişik bir durum. Laos’ta da kadınlar ellerinde
yemekleriyle kaldırımdaydılar. Üzerindeki sinhlerin dışında bir de tek
omuzlarından çapraz olarak bir kuşak bağlamışlardı. Kutsal törenlerinin
hepsinde bunu bağlıyorlardı. Rahiplerin belli rotaları oluyordu ve o rota
dahilinde yürüyüşlerini yapıp geri dönüyorlardı. O gün de bizim beklediğimiz
sokak rotalarının son durağıydı. Ardından hep birlikte manastırlarına doğru
yola çıktılar. Rahatsız etmemek ve saygı göstermek
adına oldukça uzak duruyorduk. O sırada iki tane turist dikkatimi çekti.
Üzerlerinde şortlar ve askısız tişörtlerle zavallı rahiplere yemek vermeye
çalışıyorlardı. En kötüsü ise bunu yaparken birileri de fotoğraf çekiyordu, anı
fotoğrafı. ‘Luang Phabang’ta rahiplere biz de yemek verdik, yerellerle
sosyalleştik, ne kadar müthişiz değil mi!’ fotoğrafı. Daha fazla bakmaya
dayanamadım, sinirle odama dönüp çantamı kaptığım gibi bizi Vang Vieng’e
götürecek olan minibüsün kalktığı yere yürüdüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder